Çocuklarımızı Yetiştirirken

Anne olmanın bir okulu yok!

Ne yazık ki, anne olmanın bir okulu yok. Her mesleğin bir okulu var. Okula girmek için önce sınav kazanıyorsunuz, sonra o mesleği öğrenmek için 4 yıl ya da daha fazla süren bir eğitim sürecinden geçiyorsunuz, sonra da mezun olmak için yeterli bilgiye sahip olup olmadığınız sınanıyor. Yeterince çalışmadıysanız, dersleri başarıyla geçemediyseniz, devamsızlık yaptıysanız okuldan kaydınız siliniyor.

Şimdi aynı mesleki şartları anne olmak için düşünelim. Anne olmak için gireceğiniz bir okul olmadığı gibi, annelik sınavı, annelikten sınıfta kalma, annelik bilgisi ölçme süreci ya da annelikten kaydınızın silinmesi gibi bir durum söz konusu değil. Meslek seçiminde göz önünde bulundurulması gereken, kişiliğe göre meslek seçimi ya da yeteneğe göre meslek seçimi gibi bir alternatif de yok anne olmakta. Kişiliğiniz ve yetenekleriniz ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, anne olduysanız bunların bir ön şartı yok.

O halde nereden ve nasıl öğreniyoruz anne olmayı? Anne olmayı genlerimizdeki şifrelerden biliyoruz ve kendi annemizi model alarak, anne olmayı geliştiriyoruz. Genlerimizdeki şifrelere ve kendi anne modelimize ek olarak, kişilik yapımız, hayata bakışımız, anneliğe bakışımız, çocuğumuza bakışımız ve çocuğumuzun bize öğrettikleri de anne olma kapasitemizi etkiliyor ve yelpazeyi daha da genişletiyor.

Anne olmayı öğrenmek sonsuz bir süreç. Anne olma deneyimi kadının tüm yaşamına dağılmış ve tüm yaşamım kapsayan bir öğrenme sürecidir. Nasıl çocuk 2 yaşındayken anne de 2 yaşında bir çocuğa anne olmayı öğreniyor ise, çocuk 30 yaşında olduğu zaman da anne, 30 yaşındaki çocuğuna anne olmayı öğreniyor.

Anne hem kendi yaşını yaşar, hem de çocuğunun yaşını

Çocuğumuza 5 yaşındayken olan yaklaşımımızı, o 15 yaşına gediğinde sürdüremiyoruz, zaten bunun imkânı da yok. Bir zamanlar onu kendimiz yedirirken bir süre sonra kendisi yemeklerini yiyor, hatta daha sonraları ne yiyeceğine kendisi karar veriyor. Bir zamanlar onu biz giydirirken zamanla kendisi giyiniyor, sonraları giysilerini kendisi seçiyor, daha da sonraları alışverişini kendisi yapıyor, l yaşındayken ninnilerle uyutuyoruz, ! 3 yaşında masal okuyarak uykuya dalıyor, 6 yaşında kendisi uyuyor, 16 yaşında uyku saatlerine kendisi karar veriyor, 19 yaşında sabahlıyor! Önceleri onu biz oynatıyoruz, sonraları kendisi oyun kuruyor, parklarda, kreşte, okulda arkadaşlar ediniyor, yetişkin olduğunda ise hayatın kurallarına göre oynuyor, bizim kurallarımız artık onun için geçerli olmuyor. Yani anneler hayatı iki farklı yaşta yaşıyor.

Anne hem kendi yaşını yaşar, hem de çocuğunun yaşını. Buna bir anlamda empati kurmak da diyebiliriz. Çocuğun yaşına inerek onun hissettiği gibi hissetme, onun düşündüğü gibi düşünme ve onun penceresinden onun gözlükleriyle hayata bakabilme becerisidir empati. Bunu kaç anne yapabiliyor? Sorunun yanıtını vermek oldukça zor. Çünkü bunu becerebilmek çok da kolay değil.

İki farklı yaşta yaşamak, anne olmanın belki de en zor noktasıdır ve hiç bitmeyen bir süreçtir. Karşınızda sürekli değişen, gelişen bir varlık var ve siz onu yönlendirmeye çabalıyorsunuz. Sık sık, “Beni anlamıyorsun” sözünü duyuyorsunuz. Bu da moralinizi ve çocuğunuzla olan iletişiminizi bozuyor. Ne zor değil mi? Ancak çocuğunuzun duygularını ister anlayın ister anlamayın, çocuğunuzla ister empati kurun ister kurmayın, anne olduğunuz andan itibaren artık iki farklı yaşta yaşayacağınız kesin.

İşte bu, bir öğrenme süreci. Hiçbir anne bunu bilinçli yapmıyor. Peki, nereden öğreniyor? Çocuğundan öğreniyor. Çocuk annesine, anne olmayı öğretiyor. Annesine gönderdiği mesajlarla, “Bana böyle davranma” ya da “Evet, bana bu şekilde yaklaş” bildirimlerini sunuyor. Burada çocuğun iç dünyasını ve gönderdiği duygusal mesajları doğru okumak çok önemli.

Anneler çocuklarından gelen her mesajı doğru okuyorlar mı? Hayır, çünkü daha önce anne olma deneyimine sahip değiller. İkinci ya da üçüncü çocuğunu yetiştiren bir anne için bu daha kolay, ama ilk çocukta her anne zorlanıyor, çünkü daha önce de belirttiğim gibi, anne olmanın okulu ve öğretisi yok. Anne olmak, yaşandıkça, çocuğu tanıdıkça ve bu ilişkiye, bu i-letişime ve bu deneyime önem ve değer verdikçe, zaman, sevgi ve ilgi yatırımı yaptıkça öğrenilen ve gelişen bir beceri.

Anne olmayı öğrenme sürecim engelleyen ve anneleri sık sık zora koşan unsur, hem kendi hem de çocuğun yaşında olma hali. Hem 25 yaşında olacaksınız hem 5, hem 30 yaşında olacaksınız hem 10. Bu, anne olan her kadın için çelişki oluşturan bir süreç; durumun ilginç yanı ise, bu sürecin hiç noktalanmayan, sürekli ileriye doğru giden bir süreç olması. Eğer siz de kendinizi çelişkiler yumağında hissediyorsanız bilin ki bundandır. Hayatın iki ayrı noktasında olmanız gerekiyor. Üstelik değişim gösteren, değişen sadece çocuğunuz değil, siz de sürekli değişim içindesiniz. Sürekli değişim gösteren bu iki organizmanın, bu iki duygu küpünün ortak noktalarda buluşması sadece ve sadece sevgi ile oluyor ve tabiî ki doğru bilgiyle.

(www.biruya.com)

Okuduğunu anlamayan çocuk, kitabı sevemez

Anne-babalar, öğretmenler çocukların okumaya bir an önce geçmeleri için heyecanla çabalar. Okumayı söken çocuğun daha sonra dakikada kaç kelime okuduğu merak edilir. Halbuki okumayı sevdirebilmek adına kitabı ve okumayı eğlenceli bir hale getirmeli. Çocuk kitaba odaklanabilmeli ve okuduğunu anlayabilmeli.
Severek, içten gelerek yapılan davranışlar kolaylıkla alışkanlığa dönüşürken, zorla yaptırılanlar ise amacına ulaşamaz. Bu sebeple okuma alışkanlığını yerleştirmek için çocuklarımıza okumayı sevdirmekten başka çaremiz yok. Peki okumayı nasıl sevdirebiliriz? Okumayı sevmek öncelikle ailede, devamında ilkokul sıralarında oluşan bir tutumdur. 2-6 yaş döneminde annenin doğru tonlama ve zengin mimikle okuduğu hikâyeler, çocuğun zekâ ve duygusal gelişimine katkıda bulunduğu gibi, okuma sevgisinin de temellerini oluşturur. Kitap okuma zamanında ebeveyni ile eğlenceli vakit geçiren çocuk, duygusal hafızasında ikisini bir kodlayarak kitap okumayı eğlenceli bir etkinlik olarak algılar. İlkokul birinci sınıfa başladığında ise sınıf öğretmeninin yaklaşımı çocuk için çok önemlidir. Öğretmen, çocuk bir an evvel okumaya geçsin diye bireysel farklılıkları dikkate almadan aşırı yükleme yaptığında çocuk okumaya karşı olumsuz bir tutum geliştirmeye başlar. Öğretmenin ilk amacı sevdirerek öğretmek olmalıdır.

Günümüzde çocuk, öğretmen ve veli, ilkokul birinci sınıftan itibaren bir yarışın içinde yer alıyor. Rekabet ortamının başarıyı artıracağını düşünenler olabilir. Ancak çocuğun gelişim özellikleri, öğrenme becerileri dikkate alınmadan haksız rekabet ile erken dönemde kendini içinde bulduğu bu yarış ortamı, çocuk üzerinde gerginlik ve stres doğuruyor. Bu durum, çocuğun okula ve okumaya karşı olumsuz tutum içerisine girmesine neden oluyor. Ve böylece arkadaşlarından geride kalmayı duygusal olarak kaldıramayan çocuk, tepkisel davranıp ders çalışmayı, kitap okumayı bırakabiliyor. Stres ortamı içindeki çocuğun sakin ve mutlu olması, okuma ve okulla ilgili pozitif duygular içinde olması beklenemez. Bu sebeple, özellikle ilk yıllarda öğrenme ortamının stres ve kaygıdan uzak, her çocuğa başarı şansının verildiği bir ortam olması önemlidir.

Okumayı söken çocuğun önüne çıkan bir yarış daha var. “Dakikada kaç kelime okuyor?” Okulda öğretmen, evde anne-baba çocuğun bir dakikada kaç kelime okuduğunu hesaplayarak hızlı okumaya teşvik eder. Bu noktada çocuk, anlayarak değil, hızlı okumanın daha önemli olduğu kanısına varır. Daha hızlı okuyabilmek için kelimelerin anlamlarına, vurgularına dikkat etmeden, sonundaki ekleri yutarak, noktalama işaretlerine aldırmadan okumayı öğrenir. Hıza odaklı vurgusuz okumada metnin anlamı kaybolur. Çocuk, anlamadan okuduğu metni şüphesiz ki sevemez. Oysaki okumanın ilk amacı anlamaktır. Anlayarak bilgi edinmek, edinilen bilgileri yaşama aktarmak böylece yaşamı ve yaşama bakış açısını zenginleştirmektir.

Çocuklarımızın okuma davranışını alışkanlık haline getirmeleri ancak okumaktan keyif aldıkları için okumaları ile mümkündür. Bu nedenle çocukların okunulan metni hızla okuyup tüketmeleri yerine çocukların ne anladığına odaklanmak daha doğru olacaktır.

Ailece okuma gün ve saatleri planlayarak, bu zaman diliminde hep birlikte kitap okumak, kitap ile ilgili tartışmak, beğendiğimiz bölümleri dramatize etmek, öğretileri hayata geçirmek için hep birlikte önerilerde bulunmak, kitabı hayatımıza aktarmak için faydalı olacaktır. Bu deneyimleri zevkli hale getirerek çocukların güzel bir alışkanlık kazanmasına yardımcı olabiliriz. Her şeye rağmen okumayı sevdiremediğimiz çocukta dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü, duygusal problemler var olabileceğini düşünerek uzman yardımına başvurmak gerekir.

GÜLTEN İKİZOĞLU PSİKOLOG – Zaman

Hedef Çocuk

krisallbright photography

İslam’a dar bir açıdan bakmayan, dünyayı ve ahireti aynı gözle görebilen,

Yılıp yıkılmayan, ölüleri değil dirileri sayan,

İlme ve zamana değer veren, hak edilmiş diplomalar sahibi olan,

Ebeveynine hak ettikeri saygıyı içtenlikle yapan, akrabaık hukukunu koruyan,

Ümmeti Muhammedle ilgilenen, sosyal bir çalışmaya katılmaya hazır,

Vefa ve güven gibi ahlaki meziyetleri yıpranmamış, kişiliğini koruyan,

Şecaati ve sarahati olan,

İbadete düşkün bir çocuktur.

Not: Nureddin Yıldız’ın Kıblegah Evler Kitabından Alıntıdır.

Okul başarısı eşittir aile desteği ve huzur

Öğrencinin okul başarısı üzerinde aile faktörünün oynadığı rolü konu alan Abant İzzet Baysal Üniversitesi öğretim üyesi Süleyman Çelenk’in kaleme aldığı araştırma hayli önemli sonuçlara işaret ediyor. Okul başarısının yarıdan çoğu, ailenin katkısıyla gerçekleşiyor. Araştırmada 3 ana başlık öne çıkıyor. Çocuğun eğitiminde destekleyici tutum gösteren ailelerin çocukları okulda daha başarılı oluyor.

Bu başarıda çocuğun bakımı, şefkat ve korunması öne çıkıyor. Şefkat ve koruma sağlandığı takdirde koruyucu aile yanında kalan çocukların dahi başarısı yüksek çıkıyor. Diğer yandan ailenin okul ile de irtibatlı olması son derece önemli. Ailenin öğretmenlerle işbirliği içinde çocuğuna eğitim desteği sağlaması, başarı halkasını tamamlıyor ve bir bakıma, anne babalar 0-6 yaş döneminde çocukların sadece ihtiyaçlarını karşılayan değil aynı zamanda ilk öğretmenleri sayılıyor.

Aile desteği ve ilgisinden yoksunluk ise akademik başarısı düşük ve sınıfta kalma riski taşıyan öğrencileri diğer öğrencilerden ayıran en önemli etken olarak gösteriliyor. Anne-babanın katı ve tutarsız davranışlarının, aile içi geçimsizliklerin, düşük başarıda önemli bir faktör olduğu söyleniyor. Ailesinden uzakta, yatılı okulda yahut yurtta kalan öğrencilerin aile yanında kalanlara göre daha ağır sorunlar taşıdığına da değiniliyor.

İletişimi kuvvetli bir aile ortamında yetişen çocuğun konuşma becerisinin; cümle uzunluğu, soru sayısı, sözcük dağarcığı bakımından diğerlerine göre daha iyi olduğu ise işin diğer boyutu. Araştırmaların birleştiği sonuca göre; çocuğuna yakın ilgi gösteren, çalışma ortamını düzenleyen ve çalışma programını planlayan, çocuğunun başarısını övücü sözlerle destekleyen, başarısızlığında yüreklendiren anne babaların çocukları çok daha başarı kaydediyor. Ailenin destek ve yardımı başarıda yarı yarıya etkili olduğuna göre nasıl bir çalışma izlenmeli?

Kontrol edin, baskı kurmayın

Ebeveynler okul başarısı için öncelikle çocuklarına sağlıklı bir ortam ve çevre sağlamalı. Çocuğa ders çalışması için baskı yaparken kendileri televizyon karşısına oturmamalı. Televizyonun kapalı, ev ortamının sessiz olmasına dikkat edilmeli. Çocuk çalışma saatleri dışında televizyon izlemek istediğinde seçici olma alışkanlığı kazandırılmalı ve televizyon izlemesine sınırlama getirilmeli.

Okuldan gelir gelmez ders çalışmaya zorlamayın

Çocuğun belirli bir çalışma yeri olduğu gibi belirli bir çalışma saati de olması gerekir. Bu konuda Prof. Dr. Mehmet Aydın’ın velilere tavsiyesi şöyle: “Her çocuğa uygun gelebilecek ideal bir zaman yoktur. Ama kesinlikle olmayacak bir zaman vardır, o da çocuk okuldan gelir gelmez derse oturtmaktır. Bazı aileler, ‘Önce derslerini bitir, sonra oynarsın’ diyerek çocuğu okuldan gelince ders başına oturtmaya çalışır. Oysa çocuk zaten bütün gün okulda ders yapmış ve yorulmuştur. Okuldan gelince sınıfta baskı altında tuttuğu enerjiyi boşaltması, koşması, dilediği gibi oynaması gerekir.”

Odasındaki masada çalıştırın

Evde çocuğun belirli bir çalışma yeri olmalı. Kanepede oturarak, yatağına uzanarak ve televizyon karşısında ders çalışması doğru bir yöntem değildir. Çocuğun odasına bir çalışma masası konulmalı ve burada ders çalışması sağlanmalı. Hiç olmazsa başka bir odaya masa konarak ders çalışmasına yardımcı olunmalı. Çocuğun ders çalışması için çevreyle ilişkisini kesmesi de yanlış bir uygulamadır. Ders haricinde sosyal ve sportif ortamlara katılması ders başarısına yardımcı olur.

Çocuğun sağlık durumuyla yakından ilgilenilmeli

Çocuklardaki işitsel, görsel ve algısal sorunlar okul başarılarının düşmesine neden oluyor. Çocuğun yaşıyla orantılı olarak algısının gelişip gelişmediğini, herhangi bir sağlık sorununun olup olmadığını mutlaka kontrol ettirin. Başarısızlığı nedeniyle uzmanlara getirilen birçok çocuğun, aslında anlama/algılama yollarında sorunlar olduğu, dikkat eksikliği, özel öğrenme güçlüğü gibi rahatsızlıklardan dolayı başarısızlık gösterdiği ortaya çıkıyor. Gerekli tedavinin yapılmasıyla birlikte işler yoluna giriyor.

Öğretmenle sıkı işbirliği kurulmalı

Veli toplantılarına gidilmeli, ayrıca çocuğun durumunu izlemek için danışman öğretmeni yahut sınıf öğretmeniyle sıkı bir iletişim ve işbirliği içinde olunmalı. Öğretmenle geliştirilecek sıcak ilişkiler ve samimi bir bağ çocuğun başarısını artıracaktır.

Çocuğun her istediği yapılmamalı

Her istediği yapılan doyumsuz çocuk hiçbir şeyden mutlu olmamaya başlar. Çocuğa yeteri kadar harçlık verilmeli. Eğer okulda yemekhane ve servis imkanları varsa fazla harçlık vermek doğru değildir.

Okul dışındaki arkadaşları kontrol edilmeli

Çocuğun arkadaş grubu hakkında aile bilgi sahibi olmalı, arkadaşlarının kötü alışkanlıklarının olup olmadığı hakkında öğretmenlerden bilgi almalı, sigara, alkol ve uyuşturucudan çocuğunu uzak tutmalı.

Sorularına cevap verin

Çocuklar bitmek bilmeyen bir soru hazinesine sahiptir. Sürekli soru üretirler. Sorularına cevap bulması çocuğunuzun öğrenmeye karşı ilgisini artıracaktır.

Kardeş veya başka çocuklarla kıyaslanmamalı

Çocuk, ailesi tarafından sık sık ve olur olmaz her yerde eleştirilmemeli. Çocuğun evde ders çalışması kontrol edilmeli. Nasıl ders çalışılacağı öğretilmeli.

Çocuğunuza güvendiğinizi hissettirin

Çocuğunuz kendisinin başarılı olacağına dair inancınızı bilmeli. Eğer çocuğunuzun başaramayacağını düşünüyorsanız çocuğunuz da kolayca bu fikre kapılıp başarısızlığa uğrayabilir.

Çocuğun yanında kavga etmekten kaçının

Yanında kavga edilen çocuk derse ve öğrenmeye ilgisiz kalır. Kafası, aile içi geçimsizlikler ve ana-baba problemleriyle meşgulken öğrenmeyi düşünmesi beklenemez. Eğitiminde başarının anahtarı ailedeki huzurdur.

Hanzade Yücel

Çocukların hayatındaki ilkler önemlidir

Peygamberimiz çocukların hayatlarındaki ilk’lere dikkat ederdi. Bu ilklerden birisi de çocuğun midesine inen ilk gıdaydı. Peygamberimiz, Enes’in annesinden Enes’i doğurduğunda çocuğa süt verilmeden kendisine haber verilmesini istemişti. Enes doğar doğmaz Efendimizin yanına getirildi. Peygamberimiz de bebeğin ağzının içini iyi cins bir hurma ile ovdu yani tahnik etti.

Peygamberimiz diğer önem verdiği ilklerden birisi de çocukların ilk duyduklarıydı.

“Kimin bir çocuğu olur da sağ kulağına ezan sol kulağına kamet okursa, ona Ümmi Sübyan (bir tür çocuk hastalığı) zarar vermez”

Yalancı !

Anne ve babaların yalan konusunda ne yapmaları gerektiğini Uzman Pedagog Elif Koca anlatıyor…

Çocuklar da bazen yetişkinler gibi yalan söyleme yoluna gidebilir fakat bu beyaz yalanlar ileride karşınıza büyük yalanlar olarak da çıkabiliyor. Anne ve babalar sürekli yalan söyleyen çocuklar konusunda büyük endişe yaşayabiliyor.
Yaşa göre farklılık gösteriyor

Araştırmalar, çocukların yalana başvurma nedenlerinin, yaş dönemlerine göre farklılık gösterdiğini ortaya koyuyor. Pedagog Elif Koca, “5 yaşından önce yalanla gerçeği ayırt edemeyen çocuğun söylediği yalanları, yanlış yorum olarak değerlendirmemek, hatta yalan olarak etiketlendirmemek gerekiyor” diyor.

Diğer bir durum da çocukların abartılı konuşmalarının yalanla karıştırılabilmesi. Çocuklar yaşadıkları olayları abartarak anlatabiliyor, ilkokul çağında ise bu durum ortadan kalkıyor. Panik yapmadan, bu davranışı gelişiminin bir parçası olarak düşünüp, beklemek yeterli. Pedagog Elif Koca, “Çocuk yalanlarında gerçeği iyi değerlendirememe, gördükleri ve duyduğu şeyleri uydurma veya olmamış şeyleri olmuş gibi anlatma söz konusu” diyor.

Nasıl engel olunur?

■ Yetişkinler olarak çocukların yanında yalan söyleyerek kesinlikle kötü örnek olunmamalı. Çocuklar gördüğünü hızlı bir şekilde taklit etme yeteneğine sahip oluyor. Ebeveynlerinden görecekleri olumlu ya da olumsuz davranışları taklit ederek kolaylıkla öğrenebiliyorlar.

■ Yalan söyleyen çocuğu yargılamak, rencide etmek yerine neden yalan söylediği üzerine yoğunlaşılmalı.

■ Çocukla sağlıklı iletişim ve etkileşim kurulmalı. Düşüncelerini özgürce söyleyebilme imkânı tanınmalı.

■ Korkutucu disiplin yöntemlerinden uzak durulmalı, çocuğun yapacağı olumsuz davranışlar karşısında alacağı tepkilerle başa çıkma yolları öğretilmeli ve yalandan uzaklaştırılmalı.

■ Çocuğun yalan söyleyerek çıkar elde etmesine izin verilmemeli.


Çocuklar neden yalan söylüyor?

■ Çocuklar yalan ve gerçeği ayırt edemedikleri için yalan söyleyebiliyorlar.

■ Anne ve babalarından ya da yakın çevrelerinden, yalan söyleyen kişilere şahit olunca yalan söyleyebiliyorlar.

■ Bisikleti olmayan çocuğun “Bisikletim var” demesi gibi mahrum kaldıklarında, özlem duyduklarında yalan söyleyebiliyorlar.

■ Çocuklar baskı hissettikleri durumlarda. Zarar görmemek ceza almamak için yalana başvurabiliyorlar.

■ İlgiye, sevgiye ihtiyaç duydukları durumlarda dikkat çekmek için yalan söylemeyi tercih ediyorlar.

Baby Kids

Çocuklarımızın mahremiyet eğitimi

Fotoğraf : Rana Çolak

İslam mahremiyete, yani kişiler arası bedensel sınırların muhafaza edilmesine büyük önem verir. Ev içindeki mahremiyet konusunda dahi bir takım prensipler koyan dinimiz, Müslüman’ın aile hayatını tam bir emniyet altına alarak hissi ve ahlaki dejenerasyonların önüne geçmeyi hedefler. Bu sebeple hem ferdin hem de sosyal hayatın korunması adına, mahremiyete ait pek çok hükümler koymuştur.

MAHREMİYET NEDİR?

Mahremiyet, “haram” kelimesinden gelir ve “haram olma hali” demektir. Herhangi bir şey yasaklanmışsa onu yapmak haramdır. Bu haram olan şey için “mahrem” kelimesi de kullanılır. Yasaklılık haline ise “mahremiyet” denir. Bir anlamda buna dokunulmazlık da diyebiliriz. Haram, mahrem ve mahremiyet kelimeleri, dini hükümlerle ilgili olarak yasak olan her şey için kullanılmıştır. Fakat mahrem ve mahremiyet kelimeleri, özellikle aile hukuku sahasında daha özel bir kullanım kazanmışlardır. Mahremiyet kelimesi insan vücudu için, özellikle cinsel arzulara konu olması açısından kullanıldığında, cinsel dokunulmazlık anlamına gelir. Bu durumda mahremiyet, insan vücudunda bakılması, dokunulması ve hakkında konuşulması haram olan bölgeleriyle ilgili dokunulmazlık halidir.

Türkçemizde mahremiyet kelimesi bu anlamda kullanılmakla birlikte, bu anlamdan hareketle kişinin özel alanı, gizlilik gibi anlamlarda da kullanılmaktadır. İslam’dan önceki cahiliye döneminde insanlar her an istedikleri eve veya odaya izinsiz girebiliyor, gerek aile fertlerinin gerekse başkalarının mahremini görebiliyorlardı. Medineli Müslüman bir hanım günün birinde Rasulullah’ın (s.a.v) yanına gelerek, “Ey Allah’ın Rasulü! Günün her hangi bir saatinde biri kapımdan odama dalabiliyor, görünmek istemediğim bir halde beni görebiliyor. Artık bir ikaz yapsanız da, kimse kimsenin evine, odasına izinsiz girmese, istemediğim bir görüntü içinde iken görmese…” dedi.

Aynı günlerde Hazreti Ömer de (r.a) Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) yanına gelerek, “Ey Allah’ın Rasulü! Beni çağırması için evime gönderdiğiniz çocuk izin istemeden yattığım odaya girdi. Ne kadar toparlansam da beni üzerim açık halde gördü. Keşke Rabbimiz bir yasak koysa da evimize, odamıza izinsiz kimse girmese” dedi. İşte bu ve buna benzer isteklerin çoğaldığı sıralarda Nur Suresi’ndeki aile hayatını koruma kuralları koyan ayetler indi: “Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip (izin alıp) ev halkına selam vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir; herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız.”

İslam’ın yüksek edeplerinden biri de aile fertlerinden kim olursa olsun, odasına izin isteyerek girmektir. Sahabilerden biri, “Ben annemin odasına girerken de mi izin isteyeceğim?” diye sordu. Rasulullah (s.a.v) “Evet” dedi. Aynı adam, “Benden başka anneme hizmet edecek kimse yoktur. Odasına her girişte izin mi isteyeceğim?” dedi. Rasulullah (s.a.v), “Sen anneni çıplak görmek ister misin?” buyurdu. Adam, “Hayır, annemi çıplak görmek istemem” deyince, “O zaman her girdiğinde izin iste” buyurdu.

Nur suresinin 58. ayet-i kerimesinde, buluğ çağına ermemiş çocukların dahi, şafak zamanı, öğlenin sıcak zamanı ve yatsıdan sonra ebeveynlerinin yanına girmeleri için izin istemelerinin gerektiğini, zira bu vakitlerin uyku ve istirahat vakti olduğundan, izinsiz girdikleri takdirde örtünecek zaman bulanamayacağından, mahremiyetin çiğneneceği bildirilmektedir. Ayetin devamında, “Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler…” buyrulmaktadır.

MAHREMİYET EĞİTİMİ NEDEN ÖNEMLİDİR?

Yüce dinimiz aile ve toplumun devamı için en güzel ahlakı öğretmeyi emreder. “Çocuğun anne babası üzerindeki hakkı, ona iyi bir eğitim ve iyi bir isim vermesidir.” Her eğitimde olduğu gibi mahremiyet eğitimi, daha güncel bir ifadeyle cinsel eğitim şüphesiz ailede başlar. Mahremiyet insanın özelidir, bir ihtiyaçtır. Bireyden hareketle toplumun mahremiyet hususuna olan dikkatleri ne kadar sağlam ve köklü ise kişisel, özel sınırlar da o kadar iyi korunur. Sözgelimi, odalara girerken kapıyı çalmak ve sesli olarak izin istemek, ev içinde de olsa kılık kıyafetlere dikkat etmek gibi aile içinde mahremiyet sınırlarına özen göstermek hem tarafların birbirine olan edep ve hayasının hem de Allah’a olan kulluk vazifelerinin bir gereğidir.

Anne babalar geleceğin büyükleri olan çocuklarına bu mahremiyet anlayışını ve haya duygusunu küçük yaşlardan itibaren kazandırmaya başlamalıdırlar. Günümüzde pek çok ebeveynin ihmal ettiği bir konu olmasına rağmen çocuğa “mahremiyet” duygusunun verilmesi hayati bir öneme sahiptir. Mahremiyet eğitiminde ihmale uğrayan çocuklar dışarıdan kendilerine gelebilecek olan istismarlara karşı savunmasız kalabildikleri gibi ileride kendi cinsel hayatlarını kontrol altında tutmakta da zorlanabilirler. Günümüzde yaşanan sözlü veya fiili taciz olayları karşısında çocukların tepki vermede yetersiz kalışlarının temelinde çoğunlukla ailede kendilerine yeteri kadar mahremiyet eğitiminin verilmeyişi yatar.

MAHREMİYET EĞİTİMİ NEDEN VERİLEMİYOR?

Aile içinde “edep” kavramı çoğunlukla, çocukların anne ve babalarına karşı gelmemeleri, onların sözünden çıkmamaları gibi anlamlar çağrıştırır. Ve “edep” derken cinsellikle ilgili bazı tehlikeler yokmuş gibi davranılır veya bu tür konuların açılması hiç mi hiç uygun görülmez. Ancak anne babaların şunu unutmamaları gerekir ki, çocukları büyümeye devam ediyor. Biz istesek de istemesek de onlar, yaşlarının ilerlemesine paralel olarak cinsellikle ilgili konuları ya duyuyor ya da müşahede ediyorlar. Bundan daha da önemlisi, bir insanın fizyolojik özelliği olarak bu dürtü onlarda gelişiyor. İşte, ailede mahremiyet eğitimi yerinde, zamanında ve metoduna uygun olarak verilmediği takdirde çocuklar hissi dengesizliklerle karşı karşıya kalabilecekleri gibi cinsel istismara karşı da cahil ve savunmasız bırakılmış olurlar.

Kız olsun erkek olsun çocuklara mahremiyet eğitimi verirken, sadece nasihat etmek yeterli değildir. Hatta çok defa cinsel istismara karşı dikkatli olmaları adına “Aman, oğlum/kızım, dışarıdaki kötü insanlara dikkat et, seni alır kaçırır…” türünden korku içeren nasihatler çocuğun ruhunda derin yaralar açılmasına da neden olmaktadır. Böylesi nasihatler çocukların içe kapanmasına ve sosyal çevreden korkup kopmasına neden olabilir. Şu halde çok iyi bilinmelidir ki, çocukların mahremiyet eğitimi tek başına nasihat ile veya korkutmalarla olabilecek bir şey değildir. Ve üzülerek belirtmek gerekir ki günümüz anne babaları kendi çocukları açısından hayati önem taşıyan bu eğitimin nasıl verileceği hakkında yeterli bilgiye sahip değiller. O halde mahremiyet eğitimi nasıl verilmeli?
Bizim mahremiyet eğitimi derken kastettiğimiz, edep sınırlarını zorlayarak her şeyin açık seçik konuşulması değildir. Ancak dünyanın bin bir türlü halinin olabileceğinin çocuğa uygun bir dille anlatılması gerekmektedir. Mahremiyet eğitimi çocuklara en kolay olarak 4-7 yaş arasında kazandırılır. Her anne babanın çocuklarının mahremiyet eğitimi hakkında şu hususlara dikkat etmesi gerekmektedir:

ODALARA GİRERKEN İZİN İSTENMELİ

Aile bireylerin birbirlerinin odalarına girerken, kapıyı çalarak ve izin alarak girmeleri çok önemlidir. Özellikle anne babanın bu tutumları, çocuklar üzerinde hem kendilerine değer verildiğinin hem de özel odalara girerken izin istenmesi gerektiğinin öğretilmesi açısından önemli. Çocuklara özellikle anne baba kendi odalarında iken kapının vurulmadan içeri girilmeyeceği, ancak bunu yaparken de gayet yumuşak bir ses tonuyla, “Ben odada giyiniyor olabilirim” gibi açıklamalar yapılmalıdır. Aksi takdirde ebeveynlerin özel odalarındaki yaşantılarına çocukların şahit olma durumu söz konusu olabilir. Yahut çocukta kendisinin istenmediği gibi bir anlayışın ortaya çıkmasına veya yatak odasını çocuğun çok ilgisini çekecek bir yer haline getirilmesine neden olunabilir. Birçok insan da çocuklarından saklanmanın gereksiz olduğunu düşünür. Halbuki çocukların gördüğü birçok şey ilerideki hayatlarına etki etmektedir. Hatta çoğu zaman müşahede ettikleri ve fıtrata uygun olmayan uygunsuz vaziyetler, onların ruhi bunalımlara düşmesine sebep olmaktadır.

TUVALET VE BANYO ADABI ÖĞRETİLMELİ  

Çocuklara mahremiyet terbiyesinin kazandırılması için 4 yaşından itibaren anne babası ile birlikte tamamen çıplak olarak banyoda bulunmamalıdır. Çocuk kendi bedeniyle anne ve babasının bedeni arasında sınırlar olduğunu bilmelidir. Banyoda çocuğun avret yerlerini örtmesi, tuvaletteyken kapısını kapalı tutması, banyo veya tuvalete girerken kapıyı mutlaka çalması gerektiği anlatılmalıdır. Böylece çocuğun zihnine, buraların özel bir yer olduğu yerleşecektir. Artık 4 yaşına basmış bir çocuk tuvaletin “özel” bir mekan olduğunu öğrenmeli, tuvalet ihtiyacını gideren birisinin başkaları tarafından görülmesinin uygun olmayacağını bilmelidir. Bunların yanı sıra anne babanın da dikkat etmesi gereken noktalar vardır. Mesela, banyodan çıkan ebeveynlerin havlu veya bornozu vücutlarını tam örtecek şekilde kullanmamalarını da aynı kategoride değerlendirebiliriz.

EV İÇİNDEKİ KILIK KIYAFETE DİKKAT ETMELİ

Anne ve babalar ve ailenin diğer fertleri, caiz olsa bile ev içi giyiminde aşırıya kaçmamalıdırlar. Anne ve babanın evin içerisindeki tutum ve davranışlarının bir kısmı mahremiyet eğitimi içerisine girer. Ama diğer bir kısmı ise adap dediğimiz kısmın içerisine girer. Örneğin anne babanın pijamayla evin içerisinde dolaşmasının mahremiyet eğitimine bir zararı olmaz. Ancak şort gibi kısa iç çamaşırlarıyla dolaşmaları, mahremiyetin hafife alınması için yeterli derecede kusurlu bir davranıştır. Bir taraftan çocuğunuza vücudunuzun kimse tarafından görülmemesini öğretirken evin içerisinde şort giyiyor olmak çocuğun mahrem duygularının gelişmesine engel olur. Şunu unutmayalım ki, aile yaşantısı, çocuklarımız için hayatın bir provası mahiyetindedir. O ailesinden ne gördüyse, hayatında da onu tatbik edecektir.

Uzmanlara göre çocukların öncelikle “bedenim bana özeldir” bilincini kazanması gerekiyor. Doğduğu günden itibaren elden ele dolaşan, öpülüp sevilen bebekler ilerleyen yıllarda artık kendi bedeninin farkına varmalı, çevresindeki yetişkinlerden ayrı bir birey olduğunu anlamalıdır. Kendi farklılığının bilincine varamamış çocuklar tacize karşı koyamıyor. Mesela anneler altını ıslatmış çocuğun birden öfkeyle pantolonunu indirmek yerine, bunu daha sakince ve çocuğun mahremiyet duygusunu tadacağı diğer gözlerden uzak bir yerde yapmalıdır.

Psikolog Belkıs Ertürk mahremiyet duygusu geliştirecek pratik uygulamalardan söz ederken şunları tavsiye ediyor ebeveynlere: “Kız ve erkek kardeşler aynı yatakta, odada yatırılmamalı. Yer sıkıntısı varsa perdeyle oda ikiye ayrılmalı. Günümüzde üç çocuğu, dört çocuğu olan ailelerin her çocuğa bir oda tahsis etmeleri mümkün olmayabilir. Bu durumda yapılacak şey, çocukların giyinip-soyunurken veya mahrem halleri sırasında ayrı odalara gitmeleri, başkası görmeden üstünü değiştirmesidir. Çocuğu her önüne gelen değil, belli kişiler tuvalete götürmeli. Bu esnada kapı kesinlikle kapalı olmalı, kimse içeri alınmamalı. Ebeveynler çıplaklığa çok dikkat etmeli. Eşler birbirine cinsel içerikli şakalar yapmamalı. Evlatlarını dudaklarından asla öpmemeli. Aksi takdirde çocuklar, başkaları tarafından da dudaklarından öpüldüğünde, çıplak bedenine dokunulduğunda yaşadıklarını normal karşılıyor, tacize uğradığının farkına varamıyor.”

Sonuç olarak unutmamalıyız ki eğitim ve terbiye çocuğun doğumuyla başlaması gereken bir süreçtir. Çocuğa mahremiyet anlayışını kazandırmaya çalışırken, zorlayarak, korkutarak katı bir disiplinle yaklaşmamaya dikkat edilmelidir. Psikolog Abdullah Purtaş da, “Çocuğunuza mahremiyet anlayışını kazandırmaya çalışırken, zorlayarak, korkutarak katı bir disiplinle yaklaşmamaya dikkat etmelisiniz. Aksi takdirde ya söylenenin zıddını yapan ya da konuşmayan, özgüveni eksik bireyler karşımıza çıkabilir” diyor. Görmemezlikten gelmek, çocuk anlamaz demek, yabancı mıyız diye düşünmek, ileride aklımıza dahi getirmek istemediğimiz bazı sıkıntıların başlangıç noktası olabilir. Mahremiyeti anlatırken kendimiz de örnek olmalıyız. Cinsellikle ilgili konularda edep sınırlarını aşmadan çocuklarımıza uygun ve yerinde bilgiler vermeliyiz.

ÇOCUKLARIN ELBİSELERİ HERKESİN İÇERİSİNDE DEĞİŞTİRİLMEMELİ

Çocuğun 4 yaşından itibaren avret bölgelerinin başkaları tarafından görülmesinin doğru olmadığını adım adım öğrenmesi gerekir. Bu bağlamda çocukların elbiseleri herkesin içerisinde değil kimsenin görmediği bir ortamda değiştirilmelidir.

ANNE BABALAR DAVRANIŞLARINA DİKKAT ETMELİ

Çocuklarının cinselliğe duyduğu ilgiden yakınan anne babalar tarafından çoğu zaman “Eşim bana sarıldığında oğlum beni babasından kıskanıyor”, “Oğlum beni dudaklarımdan öpmek istiyor”, “Kızım eşimi bana dokundurtmuyor!” gibi serzenişler dillendirilir. Eşler arasında özel olması gereken bu tür hareketler çocuğun mahrem duygularının gelişmesinin önüne geçer. Çocuklar ebeveynlerinin mahremiyetlerine, aklı ermeye başladığında, yani kendi bedenini ve başkasının bedenini fark etmeye başladığında vakıf olmaya başlarlar. Ebeveynlerin mahrem sayılabilecek sevgi davranışlarını özellikle 4-7 yaş dönemi çocuklarının yanında göstermeleri, onların dünyasında “evcilik oynama” adı altında farkında olmadan cinsel içerikli oyunlara dönüşebilmektedir. Özellikle kız çocuklarına karşı gösterilen cinsel istismarların pek çoğunun bu tür oyunlarda kendini gösterdiği istatistiklerde mevcuttur.

Hüseyin OKUR

Çocuğunu Allah’a adamak, ama nasıl?

Hanne  bir oğlan çocuğu ihsan etmesi için Allah’a yalvardı. “Ey Allâhım! Eğer, bana, bir erkek çocuğu ihsan edersen, onu, Beytülmak-dis´e vakfetmek, adak ve şükrâne olarak onu hizmetinde bulundurmak, üzeri­me, borç olsun!” dedi.

Hanne´nin bu adağı, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:

“Hani, (İmran´in) karısı: Rabb´im! Karnımdakini, âzâdlı bir kul olarak Sana adadım. Benden olan bu (adağı) kabul et! Şüphesiz, (niyazımı) hakkıyle işiten, (niyetimi) kemaliyle bilen Sensin Sen!” demişti.

Adanılan çocuk; Mescid´in hizmetlerini görür, erginlik çağına basıncaya kadar, hizmetten ayrılmazdı.Mescid hizmetine, erkek çocuklardan başkası, adanmazdı.Kızlar, bununla mükellef tutulmazlar; Hayz görmeleri ve rahatsızlığa uğrama­ları sebebiyle, bu hizmete elverişli görülmezlerdi.

Hanne; Hz.Meryem´e gebe olup ta, karnındakini, adayınca, kocası İmran “Yazıklar olsun sana! Sen, bunu, ne diye yaptın?! Eğer, karnındaki, kız olursa, kız da, bu hizmete elverişli bulunmadığına göre, şu yaptığın şeyi gördün mü?!” dedi. İkisi de, üzüntüye düştüler.Hanne, Hz.Meryem´e gebe iken, İmran vefat etti.

Hanne Kız çocuğunu doğurunca, Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilici iken, “Rabb´im! Hakîkat, ben, onu, kız olarak doğurdum. Erkek, kız gibi değildir.Gerçek, ben, (onun) adını, Meryem koydum. Onu da, zürriyetini de, o taşlanmış (koğulmuş) şeytandan, Sana sığınır (ısmar­larım!” dedi.

Hanne; erkek, kız gibi değildir demekle, kızın, Mescid hizmetine ve orada iba­dete -Mahrem olması, za´fı, Hayzdan, nifasdan, rahatsızlanmaktan berî bulun­maması sebebiyle- erkek gibi, elverişli olmadığını söylemek istemişti. Yinede  onu alıp bir beze sararak Mescid´e götürdü.

Bizim zamanımızda yapılması gereken, caminin bahçesine çocuk bırakmak değildir. Bizim işimiz, camide namaz kılacak çocuk yetiştirmektir. ‘Camide namaz kılacak çocuk’ projesinin ise iki boyutu var.

Birincisi namazı namaz olarak kılacak şuurda bir çocuk olması, ikincisi de namaz şuurlu çocuk yetiştirmenin bizim toplumumuzdaki zorluklarının aşılması boyutudur. Anne ve babaların sorumlulukları da burada devreye girmektedir.

Çocuk yetiştirmeyi, -özellikle vurgulayarak kaydetmek istiyorum- çocuğu Kur’an hafızı yapmak, camiye derse göndermek olarak anlamak kesinlikle hatadır. Daha geniş bir daireden bakmalıyız bu meseleye. Hanne kadın düzeyinde bakıldığında önümüze çıkan tabloda bir de, çocuk yetiştirmek isteyen anne babaların kendilerinin de yetişmişlik şuuru taşımaları gerektiği önümüze çıkmaktadır. Çocuğun yetiştirilmesi projesinden kendi açıklarını kapatma gibi bir anlayışla sadece kendimizi oyalamış oluruz. Bizim sorumluluklarımızı çocuklarımıza yükleme hakkımız olmaz.

Şöyle bir programla Hanne kadın olma yolunda ilerleyebiliriz:

a- Her şeyden önce niyetlerimizi kontrol etmeliyiz. Ne istiyoruz Allah’tan? İhtiyarladığımızda bize bakacak, çevremizde iftihar vesilemiz olacak, işi gücü yerinde bir çocuk mu yoksa fiilen Allah’a adanmış bir çocuk mu?

Kendi kendimize inanabiliriz ama meleklerin inanacağı samimi niyetler önemlidir. Eğer niyetimiz gerçekten Allah’a adamak ise, eylemlerimiz bu niyetimizi onaylamalıdır. Mesela Allah’a adanmış bir çocukta isim bile o adamayı yansıtmalıdır. Nitekim Hanne kadın, doğurduğuna, mabed hizmetçisi manasında Meryem adını koymuştu. İçimizdeki hasret isme bile yansımalıdır. Böylece niyetimizdeki samimiyeti ispat etmiş oluruz.

Çocuğumuzun doğumundan önce, henüz anne rahminde iken eğitimine başlamalıyız. Anne, adanmış bir çocuk rahminde bulunduğu için ağzına koyduğu gıdaya bile dikkat edebiliyorsa işimizi ciddi tuttuğumuzu söyleyebiliriz. Doğumla beraber, adanmış bir çocuk için uygun en iyi çevreyi oluşturmalıyız. Bu uğurda hicrete hazır olmalıyız. Çocuğumuzu büyüttüğümüz eve TV sokmamak bile yeterli olmayabilir. Misafirleri dahi eleyerek kabul etmeye mecburuz.

b- Allah’a adama hedefimiz kadar kullanacağımız yetiştirme yöntemleri de önemlidir. İyi niyetin iyi metotlarla desteklenmesi şarttır. Bu da ehli ile istişare etmeyi zorunlu kılar. Çocuğun gelişmesini çocuk doktoruna havale ettiğimiz gibi, proje bölümünü de ehline havale etmeliyiz. Bu da, çocuğun yaratılışı ile uyumlu bir yetiştirme çalışması demektir. Eğer çocuğumuz, Kur’an hafızı olma yeteneği ile yaratılmış ise onu en iyi hafızlık sistemi içinde yetiştireceğiz. Başka bir alanda yaratılmış ise o alana kayacağız ki bu, ehli ile yapılacak istişarelerle ortaya çıkacaktır. Bizim kafamızda oluşmuş olan bir şablonu zorunlu görmemiz işimizi zorlaştırır. Kesinlikle ama kesinlikle çocuğun fıtratını yani yaratıldığı yetenekleri ters yöne çekme gibi bir cahillik yapmayacağız.

Çocuğumuz, Şeriat ilimlerinde uzmanlaşacak bir kabiliyete sahipse onu o yönde geliştireceğiz. Başka bir yönde ise kabiliyeti o takdirde de çocuğumuza, temel dini bilgilerini verip o yöne kaydıracağız. Bu durum da bizim için projede başarısızlık gibi algılanmayacak. Zira projemiz adama projesidir. Erkek adayıp kız bulunca çekilmek yok. Önümüze ne çıktı ise onu değerlendirmektir bizim görevimiz.

c- Hiçbir şekilde çocuğu fırtınaya açık bırakmayacağız. Arkadaş ve akraba çevresinin tek bir sözü bile çocuğumuzu alıp götürebilir.

d- Sabır bu projede en mükemmel silahımızdır. Biz bu hayattan çekip gidinceye kadar devam edecek bir çalışmanın içinde olduğumuzu bilecek ve o sabırla yola devam edeceğiz. Sabra muhakkak bir zaman getireceksek eğer o zaman tam dokuz yüz elli yıl olmalıdır. Daha aşağısında bıkmaya hakkımız yoktur. Zira adamış olmak bunu gerektiriyor.

e- Çocuklarımızın örnek görmeleri çok önemlidir. Hem yaşadığı çevrede örnek görmeli hem geçmişten örnekler görebilmelidir. Sahabeden, ulemadan, mücahitlerden, siyaset erbabından örnekler adeta nakşedilmelidir zihinlere. O kadar ki, gençlerin beyinlerini dolduran çağımızın meşhurlarına yer kalmamalıdır adanmışımızın beyninde.

f- Çocuğumuza aidiyet kazandırmalıyız. Ümmet’ten olma şuuru verecek bir cemaati ilk zamanlardan itibaren hissetmelidir. Bir ülkenin vatandaşlarından biri, o vatandaşlar gibi o da Müslüman! Böyle bir aidiyet sıradanlıktır. Bunun yerine Ebu Bekir radıyallahu anhla başlayan büyük zincirin uzantısında halkalardan biri olarak görmelidir kendini.

g- Allah Teâlâ’nın samimiyetimizi görüp bizi desteklemesi gerekiyor. Tek başımıza hiçbir şekilde bu işi başaramayız. Samimiyetimiz de üç şeyde ortaya çıkar: Niyetimiz, gayretimiz ve duamız. Çok dua edeceğiz. Aynı sözleri defalarca, günler boyu, yıllarca usanmadan isteyeceğiz.

Şeytanın binlerce seneden beri sürdürdüğü karşı cephe projesine karşı bu büyük hamlemizin kıymetini bilmek, korumak, hasede, nazara karşı tedbirli olmak da bizim görevimizdir.

Kaynaklar : 

1)Peygamberler Tarihi

2)Sosyal Doku- Nureddin Yıldız

Dindar çocuk yetiştirmek çok mu zor?

Mütedeyyin her ebeveynin yegane arzusudur dindar evlat yetiştirebilmek. Bu gayret; ilk çocukluk döneminde başlar ve yıllar boyu süregelir.Dünden bugüne uzanan süreçte ailelerin kendi dinlerini evlatlarına benimsetme çabaları hep varolmuştur.Geçmiş dönemlerde ki anne-babaların bu konuda daha başarılı olduğu ise yadsınamaz bir gerçek.

Bir tıkla dünyanın öbür ucundan haber alacak kadar gelişen teknoloji ve sosyal etkileşimin olağanüstü derecede artmasıyla beraber, olumlu olumsuz her türlü akımın,  gençlerin zihnine boca edilmesi; ne yazık ki ailelerin çocukları üzerindeki tesirini azaltıyor.Ailesinin dinine, kültürüne, giyim kuşam tarzına yabancı bir nesil meydana geliyor çoğu zaman.

Ailenin değer yargılarını beğenmeyen, dolayısıyla yaşam tarzı olarak bu değerleri benimsemeyen gençleri eleştirmeden  önce ebeveynler kendilerini mihenge vurmalılar diye düşünüyorum.Titizlikle doğru-yanlış mukayesesi yapıldığında gençlerin istikametini bozan birçok davranışının temelinde hatalı anne-baba tutumlarını bulmak mümkündür.

Önce yaşamak!….

Ebeveynlerin yapageldiği en bariz hata yaşamadan yaşatmaya,uygulamadan uygulatmaya çalışmak.Kısacası kendi yapmadığı halde çocuğundan  yapmasını beklemek.Yüce Kitabımızda ”Ey iman edenler !Yapmadığınız şeyleri niçin söylersiniz”ayetinin sırrınca çocuk eğitiminde en önemli düstur eylem-söylem bütünlüğüdür.Eğer bir ailede bu yoksa gemileri yakıp herşeye sıfırdan başlamalıdır.Her türlü eğitimin olmazsa olmazı olan yaşayarak örnek olma durumu din eğitiminde de ilk şarttır.

Eğitimin olmazsa olmazı:Sevgi !

Ebeveynler inandıklarıyla amellerini mezcettikten sonra evlatlarına  doğru  tebliğ  yapmanın, metodlarını aramalıdır.Bu metodların ilk basamağında  ebeveynin çocuğuyla arasında sağlam bir sevgi iletişimi kurması gelmelidir.Çocuk ve aile arasında değer alışverişinin başlaması için sevgi ön şarttır .Ceza,tehdit gibi geçici yıldırma yöntemlerinden uzak durulmalıdır .Zira demoklesin kılıcı gibi gencin  tepesinde sallanan  baskıcı din eğitimi ,körpe  kalbinde makes bulmaz.Aileler din konusundaki dayatmadan evvel sevgiye yatırım yapmalı , imanın tohumlarını sevgiyle sulamalıdır.

Taklit etmek için beğenmek şarttır!…

Bir ikinci düstur ise anne ve baba hal, tavır ve davranışlarıyla çocuğun özen duyacağı bir profil çizmelidir.Kılık kıyafet seçiminde genci  özendirecek şekilde düzen ve tertip öncelenmeli(islami ölçüler içinde kalmak şartıyla), gençler ailesinin kılık kıyafetinden utanmamalıdır.Aileler teknolojiyi takip etme noktasında adeta evlatlarıyla yarışmalı,kültür birikimiyle yavrusunun gözünde taklit edilmeye şayan rol-model olabilmelidir.Etrafta envai çeşit rol model varken çocuğun ebeveynine özenmesi kolay iş değildir.Bu konuda ailelerin ekstradan efor sarfetmeleri ve bu özeni oluştumaları gerekmektedir.Evladını geriden takip eden değil, kültür birikimiyle,donanımıyla evladına rehberlik eden aile imajı oluşturulmalıdır.

Gencin ilgi alanları keşfedilmeli…

Özellikle ergenlik döneminde gençler ketumlaşmaya başlar.Ağızlarından laf almak, herhangi bir konuda onlarla muhabbet etmek neredeyse imkansızdır.Esasında biraz kurnazlık gençlerin dilinin bağını çözmeye yeter de artar bile.Hiçbir genç kendi ilgi alanına giren bir konuda konuşmamaya lakayt kalamaz.Bu minvalde çocukların ilgi alanları takip edilerek diyalog kapısı daima açık tutulmalıdır.Sandviç tekniği de denilen teknikle sevdiği konuların arasına vermek istenilen mesajlar sıkıştırılabilir.Böylelikle hem ikili ilişkiler taze tutulur hem de nasihat hissi uyandırmadan doğru mesajlar gencin dimağına gönderilebilir.

Vur-kaç taktiği etkili bir yöntem olabilir..

Çağı çok hızlı yaşayan günümüz neslinin öyle uzun uzadıya nasihat dinlemeye hiç tahammülü yok.Vur-kaç taktiği de diyebileceğimiz bir metodla kısa ve öz cümlelerle tam da taşı gediğine koymak akıllıca olacaktır.Lafı uazatmadan, yerinde ve zamanında söz söyleme sanatı ile verilmek istenen mesaj verilebilir.Çünkü uzayan nasihatler bir süre sonra karşıdakini sıkacağından beyin söylenen sözlerin tamamına kulağını tıkayabililr.

Sesli tefekkür duygu alışverişini tetikleyebilir…

Aile büyükleri ikili diyaloglarla  yahut  kendi kendine sesli tefekkür egzersizleri yapabilir.Yolculuk esnasında,sofra başında,piknikte hayret uyandıracak tarzda sesli düşünmeler verimli olabilir.Meyvenin güzelliği,ağaçların mükemmel yaratılışı,yaprakların,çiçeklerin eşsizliği,gökyüzünün kusursuzluğu,vücudumuzun başlı başına sanat eseri şeklinde yaratılışı vs. vs. tüm bunlar çocuğun dikkatini çekecek tarzda sesli düşünme ile dillendirilebilir.Çocuk, bütün bu duyduklarını nasihat olarak algılamayacağı için muhakkak zihninin bir köşesine kaydedecektir.

Nezaketin yumuşatamayacağı sine yoktur.

”Taşı delen suyun şiddeti değil damlaların sürekliliğidir” prensibince kırmadan, incitmeden ,damla damla devam eden tebliğ metodu benimsenmelidir.Tüm söyleneceklerin tek seferde boca edilmesi aniden bastıran yağmurun delik deşik ettiği toprak misali çocuğun kimyasını bozmaktan öteye geçmez.İnce ince yağan yağmurları ise toprak kolayca hazmedebilir.İliklerine kadar suyu emer ve tam kıvamına gelir.

Pes etmek anne-babanın defterinde olmamalı

Unutulmaması gereken en önemli husus şudur ki; bir sarayın bin kapısı olsa, dokuzyüzdoksandokuz tanesi kilitli olsa, akıl sahibi  insan son kapıyı da zorlamadan dönüp gitmez.Anne-babaların birkaç metod deneyip pes etme lüksü yoktur.Çocuğunu ebedi saadete götürecek imani tohumları kalbine ekmek adına her yolu denemeli her kilidi zorlamalıdır.Kapanan her kapı yeni kapıyı zorlama iştiyakını kamçılamalıdır.

Velhasıl anne veya baba olmak sadece fizyolojik yeterlilik değildir.İyi ebeveyn olmak yavrusunun karnını tok, sırtını pek tutmakla sınırlandırılamaz.Esas sevgi ve şefkat evladını iki cihanda bahtiyar edecek tohumları ekmek sonrasında da yeşertmektir.Aileler bu misyon ile sancılanmalı, bu kaygılarla zihnini yoğurmalı,kilitleri açacak anahtarı bulmalı.

Rabbi Rahiminden tevfik isteyip dua dua yalvarmalı.Güzel meyveler aldığında ise tüm bunların lütf-u ilahi olduğunu unutmamalı….

Zeynep Öztoprak

Peygamber Efendimiz ve Çocuklar

Peygamberimiz bir gün namaz kılıyordu. Secdede çok uzun kaldı. Vahiy mi geldi diye Sahabeler merak etti. Peygamberimiz namazı bitirdi. Secdede niçin uzun kaldığını merak eden sahabelere meraklarını giderici şu açıklamayı yaptı: “Oğullarım sırtıma binmiştiler ya, acele edip oyunlarını bozmak istemedim”
Bizler ise, yaramazlık yaparlar diye, çocukları özellikle camiye götürmeyiz. Çocukla beraber oyun oynarken, çocuk için en güzel bir anda onu orada bırakıp; “namaza gidiyorum” deriz. Hâlbuki peygamberimiz, Umame omzundayken namaza başlar secdeye gittiğinde çocuğu indirir, kalktığı zaman tekrar omzuna alırdı.