Sevdiğim Satırlar

Shakespeare

“Bazen yıldızları süpürürsün, farkında olmadan.. Güneş kucağındadır, bilemezsin.. Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür.. Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.. Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.. Uçar gider, koşsan da tutamazsın…”

William Shakespeare

En Güzel Kabul

Mümin; ahirete inanmakla kalmaz; ahireti, bugünkü gerçeği bilerek yaşar dünyasını. Mümin sonsuzluğun gelmesini bekliyor değildir; sonunun sonsuzluk olduğu bilinciyle katılır “şimdi”ye. Sonsuzluk bilinciyle renk katar “bugün”e. Ahireti “şimdi”nin zevki eyler. Derin alır nefesini. Sonsuza açar ân’ın kanatlarını.

İşte bu yüzden, bir mümin eylemlerinin kıymetini dünyadaki sonuçlara göre değerlendiririm. Meyveyi dünyada toplamaya kalkmaz. Sonuçsuz işleri boş görmez; o sonuca giden yolda yürüme inceliğini sonucun kendisi bilir. Sebeplerle meşguliyetini sonucu elde edip etmemeye göre ayarlamaz. “Bak, Allah’ım, kabul edeceksen dua edeyim; etmeyeceksen boşuna yorma beni!” diyen faydacı anlayışa teslim olmaz. Eyleminin dünyadaki sonucunu değil sadece; ahiretteki izdüşümünü “meyve” bilir. Çabasının kalitesini başarıya endekslemez, çabalayarak Allah’ın rahmet kapısını çaldığını bilerek, çabanın kendisini başarı bilir. Duasını kabul edilip edilmediğine göre tartmaz, dua ediyor olmayı “en güzel kabul” bilir.

Senai DEMİRCİ

Senin Elin

göz göze gelsek , kör olacaktık .
konuşsak , sözler bitecekti .
ve söylenecek bir çift söz kalsın diye , konuşmuyorduk .
gözlerimizi birbirine değdirmeden , öylece oturalım .
ve bir bardak demli çayın , insanın yüreğini ısıtan şefkatine sığınıp , susalım .
… ‘ masada çay bardakları ,ve senin elin olsun ‘

Tarık Tufan

Geleceksin

bir yabancıya,
yakînen tesir etmek gibi,
selam ile sabah arasında,
bütün selamları sabahlara saklayan
çocuk edasıyla,
bir bahara bir papatya adayan
hazin aşkın sahibi toynağı nalsız tay gibi,
bekliyorum seni,
akşamsız günler ardından
çıkıp gelecekmişsin gibi..

Turgut Uyar

Sizin hiç penceresine bisiklet dayadığınız eviniz oldu mu?

Sizin hiç penceresine bisiklet dayadığınız eviniz oldu mu? Anahtarınızı pervazına iliştirdiğiniz, terliklerinizi demirine sıkıştırdığınız, fesleğenin genzinizi yakan kokusu ve topraktan çeşit çeşit saksılarınızın olduğu bir pencereniz oldu mu?

O pencereyi suladınız mı güneş yakarken ortalığı? Duvardan akan suların yolu ıslattığı, o ıslanan yolda çomakla yol yaptığınız kuşların su içtiği… sevip sevip uydurduğunuz bir sevgilinin adını ağaca kazıdığınız bir sokağınız oldu mu hiç?… Akşamları işten dönecek de balon getirecek diye beklediğiniz babanız oldu mu sokak kapısının merdivenlerinde? Peki küçük kardeşinizin okul yolunu gözlediniz mi pencere önünde? Ya karıncalar! Seyrettiniz mi gün boyu önünüzden yola akan konvoyu?

Apartman boşluklarından, açılmayan çift camlı hava geçirmez yüksek pencerelerden, sadece ve sadece kapıcıyla kurulan iletişimden, bisikletinizi 30 kilitli bir oyuncaktan ibaret balkon süsüne çevirmekten, çiçekleriniz varsa bile aşağıya su sıçrar telaşıyla onları güzelim baharlarda sereserpe sulayamamaktan başka bir hayatınız olmadı mı yoksa?… Nasıl bir dört duvarda kaybolmak bu?

Bütünleşmeden toprakla ağaçla, çelikle çomakla, pencereyle pervazla, korkarak hırsızdan uğursuzdan, yalnızlıktan, sevgisizlikten, daha nereye kadar kaçarak yaşamak?

Eğer bisikletinizi dayadığınız bir pencereniz olduysa bir zamanlar, eğer evinizin duvarına çarpan misketleriniz olduysa ve bahçedeki kuyudan su içtiyseniz, karşı ki komşuya bir kase çorbayı çok görmediyse anneniz, sevmeyi sevilmeden de başarabildiyseniz, yokluklarınızı bir başkasına en önemlisi annenize babanıza yüklemediyseniz, siz de bir zamanlar yaşadınız demek ki…

Bir zamanlar hakikaten bir turuncu ev vardı ve perdelerini annem örmüştü, ben saksıda ki çiçekleri sulamıştım. Bisikletimi pencereye dayayıp uyurdum geceleri. Karşı komşumuz Lütfiye teyzenin bilirdim beni kollayacağını topumu alınca diğerleri. Küçük kardeşim yaramazdı biraz, toz toprak gelirdi karşıki mahalleden. Annem kızmazdı. Bilirdi ki biz çocuktuk. Bilirdi çocukluğumuzun en güzel anları, perdelerini ördüğü pencerelerde, kapısını babamın taktığı bu evde yaşanacaktı ve asla geriye dönüşü olmayan güzel anların kaynağı olacaktı. Mutlu geçirilmiş bir çocukluğun üzerine, büyük şanssızlıklar da eklense, siz kötü bir insan olamazdınız, annem bunu bilirdi…

Biz o kadar mutluyduk ki korkmadık hiç bir şeyden. Hiç aç kalmadık sevgiye, özveriye, saygıya, merhamete. O turuncu boyalı penceremiz, 4 oda bir sofa evimiz yıkılmaya yüz tutsa da, biz hiç utanmadık yokluklardan, çünkü yokluklarımızın ana fikri para olmadı hiç bir zaman.

Kapımız, penceremiz herkese açıktı. Biz evimizi, kapımızı, penceremizi, herkesi ve birbirimizi çok sevdik.

Çok sevdik…

Sibel Bengü