vefat

Babam (I)

Ölüm ile ilk tanıştığımda 8 yaşlarındaydım.

Babaannem hastanede, babam yanındaydı.

O gece annem kız kardeşim ve beni yanında yatırmış, bizi uyutmuş kendi uyumamıştı. Gecenin bir vakti gözlerimi açtığımda koridor ışığının vurduğu odada babamı baş ucumdaki komidine oturmuş sarsılarak ağıyor görmüştüm. Annem babamın dizlerine sarılmış göz yaşı döküyordu. Babam “annemmmm” diyerek ağlıyordu. Gözlerimi babamın yüzüne çevirememiştim. Sadece inleyen sesini dinliyor, titreyen bedenine bakıyor ve annemin şefkatli sözlerini duyuyordum. O an babaannemin ölümüne değil de –ölüm nedir tam bilemediğimden olsa gerek- babamın acısına üzülüyordum. Yataktan çıkıp babacığıma sarılmak istemiştim ama babam, ağlıyor oluşunu görmemi beklide istemez diye tutmuştum  kendimi. Babaannem ölmüştü ve babam annesiz kalmıştı, bu çok can yakan bir şey olsa gerekti.

Ve seneler sonra babamı ebediyete uğurladığımda oğlum bana “Babaları ölen evler büyüyor, yani anne geride kalan bizler büyüyoruz, sen büyüyorsun…” diye teselli verirken aniden on yaş büyümüştüm.  Çok canım yanıyordu…

*************************************************************************************************

5 Nisan 2012 Perşembe

O sabah evden ayrılmadan önce annemle beraber doğrulttuk babamı yatağından. Bir avuç kalmış pamuk bedeninin her yanı acıyordu. İncitmemeye çalışarak kanepeye oturttuk. Anneciğim kahvaltısını hazırladı, elleri ile yedirdi. Zor yutkunuyordu. Her lokmasında boğulacak gibi oluyor, güçlükle nefes alıyordu. Birkaç aydır hastalığı artmıştı ve doktorlar güzel şeyler söylemiyordu. Defalarca hastalık geçirip her birini Allahın izni ile atlatmıştı babam. Bu günleri de atlatacak diye umut ediyordum ama yaşlı bedeni ve inleyen sesini duydukça umudum tükeniyordu.

Ayaklarım geri geri giderek evden çıktım, işe giderken gözlerim geride kalmıştı. Annem bu günü nasıl geçirecek, babam nasıl olacaktı. Gün bitip akşam oldu. Babacığım diğer akşamlardan farklı bir halde idi. Bizimle değildi. Başka bir yerlerdeydi. Hemen abdest alıp Kur’an-ı Kerim okumaya başladım. Sürekli okumamı isterdi. “İyi geliyor ” derdi. 2 saat aralıksız okudum. Arada bir titreyen elini uzatıp yanağımı okşuyordu.

Akşam namazından sonra bir iki lokma yemek yedim, biriciğim yiyemedi. Baktık ki babamın temizliğe ihtiyacı var, annemle hizmetini gördük. Hafif dokunuşlarımız bile canını acıtıyordu… Minik çığlıkları  kalbimi ortadan ikiye ayırıyordu. Çare olamıyordum, bu çok üzücü  bir şeydi. Annem her zamanki gibi “Helal olsun beyim  sana” diyerek hizmetini sürdürüyordu. Ben babama onu ne çok sevdiğimi söylüyordum. Üzülmesin istiyordum. Çünkü bilincinin iyi olduğu zamanlarda “Size eziyet oluyorsam hakkınızı helal edin, üzüyorsam, affedin, kötü kelime ediyorsam inanın bilmiyorum, hatırlamıyorum” diyordu. Benim babam hiçbir canlıyı incitmemiş bir adamdı. Hele ki hane halkına olan davranışları…El üstünde tutardı bizleri. Tek bir gün hatırlamıyorum kalbimizi kırdığı.

Tekrar Kur’an-ı Kerim’i aldım elime.

2 yıldır alzheimer hastalığının pençesinde olan babacığım son 3 ayda her şeyi unutmuştu. Yemeyi, içmeyi, uyumayı, göz kırpmayı, yutkunmayı, evini, işini, arada bir beni ve annemi de karıştırır olmuştu. Annem ile “Ömrünü ibadet ile geçirmiş biri son anlarında ya şehadeti unutur, ya Allah’ı unutursa” diye korku duyar olmuştuk . Çünkü elinden düşürmediği tespihini bile avucuna verdiğimizde boş gözlerle bakıyordu yüzümüze. Ezan sesini, bir sevgiliyle buluşma anı gibi bekleyen babam, namazını hatırlamaz olmuştu.

Vefatına 2 saat kala baktım babam Esma’ül Hüsnaları zikrediyor. Şehadet getiriyor. Ağlamaya başladım, bilinci açılmıştı. Senelerdir teyemmüm için kullandığı bir tuğlası vardı. Onu istedi benden. Teyemmüm  aldı. Yattığı yerden namaza durdu. Bir dakika sürdü sürmedi yine zikre daldı. “Babacığım senin için ne yapabilirim, emret, iste ne olur” dediğimde, “Benim için üzülme kızım, ben iyi olacağım” dedi. “Ah babam çok seviyorum seni” dediğimde beni sevdiğini söyledi , yanağımı okşadı ve zikre devam etti.

Nefes alışları değişmişti. Üzerindeki örtüsünü düzeltmek istedim, bacaklarında iri renk değişikliklerini gördüm. Birkaç dakika sonra o değişiklikler diz kapaklarında da oluştu ve çok kısa süre sonra sol kolunu kapladı. Saat 22:20…

Şu fani dünyadan ayrılırken, annem zemzemini veriyor ben duasını okuyordum. Canım babacım bir bebek gibi yumdu gözlerini. Bir damla yaş aktı boşluğa bakan buğulu gözlerinden, o kadar…

“Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz “ Hadis-i Şerifindeki gibi hakiki bir mü’min olarak yaşadı  babacığım ve son anında da hakiki bir mü’min gibi hayata veda etti.

Kabrin nurla dolsun babacığım.

“Şu dünyada sakın rahat peşinde koşma kızım, insan rahat etmek için gelmedi dünyaya. Bu yüzden mutlu günler, neşeli anlar, birliktelikler, huzurlu günler olduğu gibi hastalıklar, ayrılıklar, acılar da olacak. Hatta beklide acılar fazla olacak, kul sınanacak, sabredecek, mümin duruşu ile Allahtan gelene razı oluşu ile, isyana yönelmeyişi ile mertebe kazanacak. Ne ki bu hayat. Sorsan bana sanki hala 13-14 yaşlarındayım. Kim yaşadı 80 seneyi, ben mi… Ne vakit geçti, anlamadım. Bu yüzden hızla geçen bu ömürde kıymet verdiğin şeye dikkat et. Fani olana değil baki olana yönel. Dünyevi nimetleri helal daire içinde gönlünce tat, ama ahretin için daha fazla çabala. Aile aile aile… En önemli şey ailendir. Aileni değerli tut, emek ver, emek vermediğin şeyin değeri az olur. Küçük münakaşalar olacaktır, bunlar birdenbire yıkım olmasın diye bazen gereklidir de. Tıpkı minik sarsıntıların daha büyük depremlere mani oluşu gibi.  Çarçabuk gönül  al, aynı hatanı ikinci kere tekrarlama. Aile sırrını tut. Namusunu koru. Suizanda asla bulunma, hüsnü zanlı düşün. Ama insanları sui zana sevk edebilecek hareketlerden de kaçın, mesul olursun. İlim öğren, ilminle amel işle. Yoksa amelsiz ilim , kitap yüklü eşeğe çevirir insanı. Allah’ı zikret, geceleri uykunu bırakıp Rabbine yönel. Güneşi doğdurma üzerine. Çık balkona, yeni doğan günü seyret, kainatın uyanışını izle. Geçen sabah balkona yuvalanmış kırlangıçlara ilk uçuşlarını yaptırdı anneleri. Bir bilsen neler kaçırdın. Nasıl cesaretlendiriyordu yavrularını, o minik yürekler nasıl korku ile titriyorlardı. Heyecan ile ilk kanat çırpışları ne güzeldi. Annelerinin onları izleyişi ne muhteşemdi. Göremedin bak… Güzel şeyleri gör, kötüye kulağını da gözünü de kapat emi kızım”

Mekanı Cennet Olsun

Annesi ölünce yaşlanır insan..
Yüreğinin bir tarafı hep yas tutar ömür boyu..
Ayşe Reşad

 

Gayretli, iffetli, çilekeş, onur ve istikamet sahibi, ağzı dualı, eşi Kaptan Ahmet Reis’ten sonra evlatlarına hem ana hem baba olmayı bilmiş, yiğit kadın, bugün Hakka yürüyor işte…

Yetiştirdiği tüm evlatlarını düşününce aklıma ilkin Kuran’ı Kerim’i çok güzel okudukları geliyor. Kızı Vesile Hanım, oğlu Tayyip Bey ve torunları, sesleri Kuran’a eşlik eden evlatlar…

Kendisini 22 yıl önce, üniversite öğrencisiyken gelini Emine Hanım ile evlerinde verdikleri talebe iftarlarından beri tanıyorum. Evleri garip gurebaya, fakir fukaraya ve tüm talebelere her daim açık olmuştur. Oğlu, Beyoğlu’na Belediye Başkan adayı olmuş ve türlü tertip düzenlerle seçim kaybettirilmişti. Biz hukuk talebeleri, davayı heyecanla takip ediyorduk. Perdeleri açık pencerenin önünde elinde tesbihiyle beklerken bulmuştuk Tenzile Anne’yi… Gözleri ufukta, dudaklarından dökülenler; “Allah onu bize bağışlasın, Tayyib’imi bekliyorum, merak ediyorum, arkadaşları iyidir dediler, birkaç gündür yok, Musa Peygamberi Firavun’dan koruyan Allah, onu da korusun!”

Onu Kasımpaşa’nın dar sokaklarından, Piyalepaşa civarından, yoksul ama onurlu insanların arasından tanıdık. Oğluyla hep yan yana yaşadılar, hiç ayrılmadılar. Kasımpaşa’daki, Üsküdar’daki evlerinde, Tenzile Teyze’nin kendine has eşyaları hiç değişmedi. Gözlüklerinin üzerinden bakıp, tesbihin arasından “Allah evladımı da arkadaşlarını da nazardan saklasın, Allah onu memleketimize bağışlasın” derdi. Kendi analık hakkını memlekete millete bağışlamış, infak etmiş, mütevazi bir ses tonuyla, mahremiyeti, duayı ve bahsi seçmişti Tenzile Anne… Her çocuk, anasının devamıdır toprağın içinde uyuyan tohum gibi… Kökü sağlam, dalları göklere doğru yükselmiş, meyve yüklü bir ağaca dönüşmekse elbette gayret, irade ve rikkatli bir terbiyenin içinden geçer.

Başbakanımız Tenzile Anne’nin ayakları altından tüten cennet kokularıyla son kez vedalaşırken, Allahın rahmeti, Resulullah’ın şefaati, üzerine olsun diyoruz…

 

Sibel Eraslan