yaşlılık

Vakit Tamam

Uzey’in karşısında oturan ninesi hep böyle oturuyordu bir başına. Sağ elinde bastonu; robalı, çiçekli elbisesinin belinde kuşağı; bir de başında bir ucu önden sağ yanağına tutturulmuş beyaz tülbenti… koltuğun bir ucuna hani hemen kalkacakmış gibi, hani birazdan gitmesi gereken bir randevusu varmış gibi ilişirdi. Biri gelip de kızacak endişesi hep yüzünde. Fazlalıkmış gibi artık hayatta… yapabileceklerinin bitmiş olduğunu düşündüğündendi. Yaşlanınca insan demek hep boynunu bükerdi. Gitmesi gereken yere istediği vakit gidemediğinden bir suçluluk duygusu üzerinde. Zamanı tayin eden başkası olmasına rağmen yaşlanınca insan hep suçu kendinde arardı demek. Hayatta kalabilmek için ona ihtiyacı olanlar çekildiğinden beri pencereden seyreder olmuştu hayatı.

Uzey ninesinin elinden tutup okşadı. İncecik ellerindeki yemyeşil damarlar kabarmış, dokunduğunda derisi sağa sola kayıyordu. Sarıldı ninesine. “Neden belin bükülmüş?” diye soruverdi.

Ninesi ona gülümsemeye çalıştı. Uzey’in siyah saçlarını okşadı titreyen elleriyle. “Olgunlaşan her şey eğilir” dedi. “Böyle benim gibi, öne doğru… Sapı artık taşıyamaz başağı. Doldukça eğilir, büyüdükçe tanelerin ağırlığından gökyüzünden toprağa yönelir başak. Böyle benim gibi…”

“Ben de olgunlaşacak mıyım?” diye sordu Uzey.

“Evet, sen de büyüyeceksin. Önce dimdik duracaksın. Güçlü olduğun için bütün zorlar karşında eğilecek. Gücünle bükeceksin onları. Zaman geçtikçe olgunlaşmaya başlayacaksın. Hayat seni dolduracak, besleyecek. Alman gerekenleri alacak, gereksizleri bir kenara atacak yetişkin bir insan olacaksın. İşte o zaman sen eğilmeye başlayacaksın. Önce farketmeyeceksin bu eğilişi. Zamanla yumuşayacaksın. Sevgiyi kucaklamayı, hürmetle eğilmeyi, secdenin anlamını çözeceksin. Manen eğildiklerin çoğaldıkça madden eğildiklerin azalacak. Zaman geçmeye devam ettikçe bu sefer bedeninde görmeye başlayacaksın eğilmeyi. Tam olgunlaştığında “vakit tamam” diyecekler sana. Gideceksin. Bir geliş bir de gidiş vakti vardır.”

“vakit tamam

saat durdu, kimininki onda

kimininki ikiye yedi kala

öğle yemeği ocakta

başımda ağrı, yorgunluk sırtımda

çiçekleri sulamalı

bu akşam bitirmeli elimdeki kitabı

ve uyumalı

sabaha erken başlamalı dolanmaya

vakit tamam

borcum vardı s’ye

bir kelam gödermeliydim d’ye

vakit tamam

“ne olur” desem

görmedim daha Atlas Okyanusu’nu

çıkmadım hiç safariye

şöyle doya doya kumsalda bir o yana bir bu yana

soğuk topraklardan sıcağa akmadım daha

yapacak görecek bulacak öğrenecek…

çok eksiğim var

vakit tamam”

“Gelen gider, her gelen birgün mutlak gider Uzey” dedi çizici. “Saati herkesin başkadır, kimsenin saati kimseninkine uymaz.” Anladı Uzey. Bu hayatta hüzündü hep başı çeken. Sıranın geleceğini bile bile yürüyebilmek için hazırlanmak gerekti vakit tamam olmadan.

-Naz-

Ömür Dediğin

[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=9madOq0aNI0]

“Ömür Dediğin” adlı program çoğu yarım asrı geçmiş hayatların yaşamlarını konu ediniyor…

Geçip giden yıllardan arta kalan hüzünlerini, mutluluklarını bu programda yeniden dillendiren konuklar bizleri de bu zaman yolculuğuna davet ediyor. Hep birlikte çıktığımız bu yolculuklarda zaman zaman ağlayıp zaman zaman gülüyoruz. O yorgun yüzler yıllarca koparıp attıkları binlerce takvim yapraklarını yeniden ellerine alıyor ve bu defa kendi tarihlerini yazıyorlar arka yüzlerine…Sararmış yapraklar yeniden canlanıyor. Öyle ki kağıt kokusu geliyor burnumuza… O gözlerden akan yaşlar mürekkep oluyor… Diller kalem…Ve durmadan yazıyorlar…
Kimi zaman sahnelerde delicesine alkışlanan bir sanatçı oluyoruz, kimi zamansa kendini toprağa adamış bir çiftçi…

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Cahit Sıtkı Tarancı

Unutmak

Bir baba pek çok şey ile birlikte kızını da unutmaya başladı ise…

İçte bıraktığı acı çok büyük…

Dün akşam oğlumla birlikte masada çalışıyorduk.

Sevgili babam gelip yanımızdaki sandalyeye oturdu ve “Rana nerde” diye sordu bana

İlk önce kız kardeşimi soruyor sandım, “Esra mı?” diye yanıtladım.

“Hayır Rana yı soruyorum” oğlumu göstererek “Aziz in annesini soruyorum” dedi.

Şaşırmıştım.

Ben ile birlikte odada bulunan annem ve oğlum da aynı şaşkınlık içindeydiler.

“Babacım benim, Rana” dedim

Babam gözlerini kaçırdı ve bir süre sustu. Sonra  “Ben iyi değilim galiba” dedi

“Aman babacım üzülme, hepimiz de var unutkanlık” diye teselli vermeye çalıştımsa da üzülmüştü. Fark etmişti bulunduğu hali.

“Biliyormusunuz son günlerde dayımın suretini görüyorum içerdeki odada” dedi ve kalktı yerinden. Bahsettiği odaya ağır ağır, iki büklüm, değneğine dayanmakta güçlük çekerek gitti ve geri geldi. “Yok.. Hayalmiş, birkaç gündür görüyordum oysa” dedi.

Dayısı 70 seneden fazladır vefat etmişti…

Alzheimer hastalığının gün geçtikçe ilerlediğini biliyordum .

Beni de unutmaya mı başlamıştı…Bu hayaller normalmiydi…

Fakat o nezaketli naif ruhlu babam “Seni tanımamam normal tabi, karşımda güzel bir bayan oturuyor sandım. Gözüme bir başka güzel göründün”diye  iltifat ile birlikte gönlümü alma gayreti içine girdi.

Ah biricik babacım, çınarım, ömrü hayırla dolu mübarek adamım..