Sonsuzluğun Anahtarı: Kanaat

Başarının ve mutluluğun en büyük anahtarı kanaat ise, en dehşetli kilidi hırstır. Kanaat, çılgınca istemek ve çalışmak; ama, ulaşılan her sonuca razı olmaktır.1 Hırs da çılgınca istemek ve çalışmak; ama, hiçbir sonuçtan razı olmamaktır. Bu şaşırtıcı farkı kavrayamamak yüzünden hırsa kapılarak dünyayı başımıza cehennem yapıyoruz.

Tarlanıza pirinç ektiniz, size düşen ne varsa, elinizden gelen herşeyi yaptınız. Sıra hasada geldiğinde, herhangi bir nedenle verim düşük oldu. Tek bir pirinç tanesi dahi elde etseniz, memnuniyetiniz yoksa, hırsınız vardır. Bir yarışa girdiniz ve birinci gelemediniz. Kaybetmek yüzünden esefleniyor, öfkeyle veya hüzünle doluyorsanız, orada hırs vardır.

Kendimizi kusursuz sanmayalım: Herkes hırs gösterir, ama hırsın şiddet dereceleri farklıdır. Az hırs az zarar verir; hırs şiddetlenirse insanı intihara veya cinayete kadar sürükleyebilir.

Diğer yandan herkes kanaat gösterir; ama, kuşlar veya bebekler kadar kanaatkâr olmayı bilseydik, tüm dünya hizmetimizi görmek için ayaklarımızın altına serilir veya başımızın üzerine titrerdi.

Bizim hedefimiz, felâketlerin nedeni olan hırsı en düşük, kanaati ise en yüksek düzeye çıkarmaya çalışmak olmalıdır. Çünkü kim daha kanaatkârsa, o daha yüksek başarılara ulaşacaktır.

Bazı dostlara göre, İslâm, kanaati, yani azla yetinmeyi(!) emreder. Oysa biz Ay’ı, Güneşi ve sonsuzluğu keşfetme arzusunu körüklüyoruz.

Din adına konuşmak haddim değil; ama, bu düşünceye çok katı şekilde itiraz ediyorum. Kanaat, azla yetinip daha fazlasını istememek değildir. Başarısızlığı besleyen hırs, tek başına ‘çok istemek’ değildir.

Kanaatin ‘azla yetinmek ve daha fazlasını istememek’ olduğunu dinî yaklaşımlara dayanarak iddia edenler, “De ki: ‘Duanız, istemeniz, dilemeniz olmazsa Rabbim size ne diye değer versin?,’”2 “Rabbiniz buyurdu ki: Benden isteyin, cevap vereyim”3 gibi âyetlere muhalefet ediyorlar.

Peygamberimiz (a.s.m.) azla yetinmeyen ve çokla da doymayan hırslı insanları şöyle tanımlıyor: “Ey âdemoğlu! Sana kâfi gelecek nimetler varken, seni azdıracak şeyleri istiyorsun. Ey âdemoğlu! Ne aza kanaat ediyorsun, ne de çoğa doyuyorsun.”4 Sonra da, çok istemekle, insanlardan istemeye dönüşen istek arasındaki ayrımı belirtiyor: “Cebrail bana gelerek şöyle dedi: ‘…Mü’minin izzeti Allah’ın kendisine verdiğine kanaat edip insanlardan birşey beklememesidir.”5

Ancak, aynı Peygamber (a.s.m.) sınırsızca istemeyi hırsla karıştırmamış ve kendisi de, elindekine razı olmasıyla birlikte, daha fazlasını istemiştir:

• “Biriniz Allah’tan dilekte bulunduğunda bolca istesin. Çünkü, Rabbinden istemektedir.”6

• “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.”7

• “Allahım! Senden… doğru yolda kararlılığı istiyorum.”8

• “Allahım!… Senden tükenmeyen bir nimet diliyorum. Senden bitmeyen bir sevinç diliyorum.”9

• “Allahım! Beni yücelt.”10

Bu bakımdan, daha fazlasını istemeyenler, Peygamberin (a.s.m.) yaptığıyla çatışıyorlar.

Azim, sınırsızca, yırtınırcasına, yalvarırcasına istemektir. Üniversite arkadaşım Tevfik Bilgin Amerika’da eğitim gördüğü sıralarda, “Buradaki öğrenciler ölümüne çalışıyorlar” demişti. Azim, ölümüne çalışmaktır; “hiç ölmeyecekmiş gibi ve yarın ölecekmiş gibi” çalışmayı birleştirmektir.

Gecelerini hep okumakla geçiren İbn Sina, uyku bastıracak olsa, birşey içerek çalışmaya devam ederdi; büyük alim Fahreddin-i Râzî, yemek yerken bile kitap okur; evinden binek sırtında mescide giderken bile yolda üçyüz öğrencisine ders verirdi.

Öte yandan, Lenin, Karl Marx’ın kitabını Sibirya soğuklarında defalarca okurdu.11 Böyle insanların her bir dakikalarını değerlendirmelerinin sonucu ortada değil midir? Kötülükleri yaymaya çalışanların gözlerine uyku girmiyor; iyiliklere inananlar ne zaman uyanacaklar?

Başarmak istiyorsak, azmi kanaatle birleştirmek zorundayız: Yani, tüm çabalarımızın sonucu ne olursa olsun, az veya çok, elde ettiğimiz herşeyi sevgiyle, şükranla, rızayla karşılamalıyız. Tüm çabalarımız boş çıksa da, mutlu olmamızın ve daha iyi sonuçlara kavuşabilmemizin tek yolu tam olarak bu ölçüdür. Azimle çalışırsanız, belki bu dünyada büyük sonuçlara ulaşabilecek kadar uzun yaşamayacaksınız; ama, tüm çabalarınızın karşılığını göreceğiniz bir sınırsızlığa yolculuk yapıyorsunuz!

Hırs, kalbimize değişik kanallardan girmeye çalışır: Az da olsa bencillik, az da olsa kanaatsizliktir. Kendimizle değil de başkalarıyla rekabet ediyorsak, sebebi, içimize giren hırstır. Yaptığımız işlerde başkalarının takdirini önemsediğimiz ölçüde hırsa bulaştık demektir. İşimiz üzerinde çalışmaya devam etmekte aceleyi, işin sonucuna ulaşmakta aceleciliğe dönüştürürsek, hırsa gireriz ve kaybederiz. Nihayet, her yükü üstlenen de hırs tuzağındadır: Yaratıcı, kimseye kaldıramayacağı yük yüklemedi, ama insan dünyayı sırtına almaya kalkıştı.

Bizi bunaltan acılar fizyolojik değil, psikolojiktir. Bedeni bir kamyon altında ezilen insan, en fazla birkaç dakika acı çeker. Oysa ruhlarımızı yıllar boyunca tankların altında eziyoruz. Ümitsizlik, çaresizlik ve karamsarlık üreten tüm ruhsal acılar hırsın eseridirler.

Hırsımız varsa ruhsal enerji düzeyimiz tükenecek, bedenimiz savunmasız kalacak; çevreye engelleyici güçler yayacak, vazgeçecek, ve nihayet, yalnız kalacağız. Böyle bir yıkılışı kimse arzulamaz.

Yaşama sevincinizi ruhsal enerjinize borçlusunuz. Ruhsal enerjiniz de ümitlerinizden, isteklerinizden, dostluklarınızdan ve sevgilerinizden beslenir. Hırs duyduğumuzda ürettiğimiz duygu şudur: “Yırtınırcasına istiyorum, yine de hak ettiğimi alamıyorum.” “Bir aydır çalıştım, hâlâ öğrenemedim.” “Bana ihanet ve haksızlık yapılıyor.” Bu düşünceler ümidimizi kıracaktır. İhanete uğradığını düşünen insan sevgi yayamaz, coşkulu olamaz. Çırpınmasına rağmen başaramadığını düşünen insan telâşa kapılır, daha da beter kaybeder.

Telâş bastırırsa, ruhumuzu içten içe tüketiriz. Yorgunluk, yılgınlık, isteksizlik ve nihayet çaresizlik bizi kuşatır. İstediğiniz bu mudur? Yıllar boyu dayananları ayakta tutan sır buradadır: Azimleri vardı, kanaatleri vardı, fakat hırsları yoktu.

Hırs, ruhsal olarak insanı gerdiği gibi, ruhsal gerginlik aracılığıyla bedensel olarak da gerer. Bedensel gerginlik stres üretir ve stres kalp ile birlikte beynin zorlanmasına, sinirlerin yıpranmasına neden olur. Stres yüzünden beyninizdeki bilgi akışını sağlayan küçük kimyasal maddeler ölür, azalır ve beyniniz hızla körelmeye başlar. Başarının ve güçlü olmanın yolu bu mudur?

Karamsarlığı yayıyorsanız kim sizi dinlemekten zevk alır? Sözleriniz zevk vermiyorsa, bir dahaki konuşmanızı dinlemek için kim gelir? Mutluluk yaymıyorsanız, dükkanınıza kim, niçin gelsin? Kimse dostluğunuzdan mutlu olamıyorsa, nasıl başarılı olacaksınız? Yanınızda ve tarafınızda diğer insanlar yoksa, dünyada kalıcı eserler bırakamazsınız.

Çok iyi biliyorsunuz ki, herkes başarılı insanlara destek oluyor. Defalarca duydum: “Gariban hep garibandır. Düşmeye gör, bir tekme de diğerleri vururlar.” Garibanlık ruhsal bir olgudur oysa. Asıl düşen, beden değil, kalptir. Öyle fakirler vardır ki, ilimlerine hayran kalırsınız; onlara ‘gariban,’ ‘zavallı’ gibi sıfatlar yakıştıramazsınız. Size, şartlarınız ne olursa olsun, her zaman dimdik ayakta durmanızı sağlayacak yolu öneriyorum. Durdurulamayacak olan insan, zulüm ve sapkınlık dışındaki her hali şükürle karşılamayı başaran insandır. Ki, kanaatkârdan başkası bunu başaramaz.

Aşamayacağınızdan emin olduğunuz engele karşı direnemezsiniz. Hırs yüzünden engellerinizi arttırırsınız ve gün gelir tüm dünyanın size savaş açtığını sanırsınız. Bütün insanları kötü ve bencil görürsünüz. Kendi kimliğinize tek başına hâkim olamaz hale gelir, başkalarına bağımlı yaşamayı kabullenmek zorunda kalırsınız. Büyük acıların ucunda vazgeçmek, görevden kaçmak vardır.

Acı çektiren evliliğe bir yere kadar dayanabilirsiniz. Ders çalışmak acı çektiriyorsa, gün gelir artık asla kitap okuyamazsınız. Sonuç okuldan atılmak da ve hatta yok olup gitmek de olsa, kabullenirsiniz. İntihar girişimlerinin altında genellikle böyle bir yıkılma ve bunalım vardır.

Bir bakan veya büyük bir tekstil şirketinin sahibi intihara kalkıştı. Başarılı olduğuna inanılan bir profesör, bir sanatçı intihar etti. Hırslı yaşıyorsanız, nerede olursanız olun, statünüz ne olursa olsun, ister zengin, ister fakir, mutlaka acı çekersiniz ve sonucunuz kaçınılmazdır: kurtulmak için vazgeçmek.

Oysa kanaat, sonsuzluğun kudretine teslim olmak; bir damla su, bir zerre toz, bir avuç güneş gibi sonsuzluğun rahmetinde eriyip gitmektir. Kanaat, önce çok istemek, çok çalışmak; ama sonra da, sonsuzluk sizi nereye götürüyorsa, her yeri heyecanla, sevinçle ve şükürle saniye saniye yaşamaktır.

1-Kanaat kavramının bu ikinci yönü tevekkül kelimesiyle ifade edilir. Hırsın karşıtı kanaattir; ama, tevekkül etmeyen kanaat edemez.

2-bkz. Kur’ân: 25:77.

3-bkz. Kur’ân: 40:60.

4-Câmiu’s-Sagîr, 1:86, Hadis No:68.

5-Câmiu’s-Sagîr, 1:102, Hadis No:89.

6-Câmiu’s-Sagîr, 1:319, Hadis No:532.

7-Câmiu’s-Sagîr, 2:12, Hadis No:1201.

8-Câmiu’s-Sagîr, 2:130, Hadis No:1501.

9-Câmiu’s-Sagîr, 2:146, Hadis No:1537.

10-Câmiu’s-Sagîr, 2:145, Hadis No:1536.

11-Akit, 17 Mart 1999.

-Muhammed BOZDAĞ-

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*