çocuk eğitimi

Yalancı !

Anne ve babaların yalan konusunda ne yapmaları gerektiğini Uzman Pedagog Elif Koca anlatıyor…

Çocuklar da bazen yetişkinler gibi yalan söyleme yoluna gidebilir fakat bu beyaz yalanlar ileride karşınıza büyük yalanlar olarak da çıkabiliyor. Anne ve babalar sürekli yalan söyleyen çocuklar konusunda büyük endişe yaşayabiliyor.
Yaşa göre farklılık gösteriyor

Araştırmalar, çocukların yalana başvurma nedenlerinin, yaş dönemlerine göre farklılık gösterdiğini ortaya koyuyor. Pedagog Elif Koca, “5 yaşından önce yalanla gerçeği ayırt edemeyen çocuğun söylediği yalanları, yanlış yorum olarak değerlendirmemek, hatta yalan olarak etiketlendirmemek gerekiyor” diyor.

Diğer bir durum da çocukların abartılı konuşmalarının yalanla karıştırılabilmesi. Çocuklar yaşadıkları olayları abartarak anlatabiliyor, ilkokul çağında ise bu durum ortadan kalkıyor. Panik yapmadan, bu davranışı gelişiminin bir parçası olarak düşünüp, beklemek yeterli. Pedagog Elif Koca, “Çocuk yalanlarında gerçeği iyi değerlendirememe, gördükleri ve duyduğu şeyleri uydurma veya olmamış şeyleri olmuş gibi anlatma söz konusu” diyor.

Nasıl engel olunur?

■ Yetişkinler olarak çocukların yanında yalan söyleyerek kesinlikle kötü örnek olunmamalı. Çocuklar gördüğünü hızlı bir şekilde taklit etme yeteneğine sahip oluyor. Ebeveynlerinden görecekleri olumlu ya da olumsuz davranışları taklit ederek kolaylıkla öğrenebiliyorlar.

■ Yalan söyleyen çocuğu yargılamak, rencide etmek yerine neden yalan söylediği üzerine yoğunlaşılmalı.

■ Çocukla sağlıklı iletişim ve etkileşim kurulmalı. Düşüncelerini özgürce söyleyebilme imkânı tanınmalı.

■ Korkutucu disiplin yöntemlerinden uzak durulmalı, çocuğun yapacağı olumsuz davranışlar karşısında alacağı tepkilerle başa çıkma yolları öğretilmeli ve yalandan uzaklaştırılmalı.

■ Çocuğun yalan söyleyerek çıkar elde etmesine izin verilmemeli.


Çocuklar neden yalan söylüyor?

■ Çocuklar yalan ve gerçeği ayırt edemedikleri için yalan söyleyebiliyorlar.

■ Anne ve babalarından ya da yakın çevrelerinden, yalan söyleyen kişilere şahit olunca yalan söyleyebiliyorlar.

■ Bisikleti olmayan çocuğun “Bisikletim var” demesi gibi mahrum kaldıklarında, özlem duyduklarında yalan söyleyebiliyorlar.

■ Çocuklar baskı hissettikleri durumlarda. Zarar görmemek ceza almamak için yalana başvurabiliyorlar.

■ İlgiye, sevgiye ihtiyaç duydukları durumlarda dikkat çekmek için yalan söylemeyi tercih ediyorlar.

Baby Kids

Çocuklarımızın mahremiyet eğitimi

Fotoğraf : Rana Çolak

İslam mahremiyete, yani kişiler arası bedensel sınırların muhafaza edilmesine büyük önem verir. Ev içindeki mahremiyet konusunda dahi bir takım prensipler koyan dinimiz, Müslüman’ın aile hayatını tam bir emniyet altına alarak hissi ve ahlaki dejenerasyonların önüne geçmeyi hedefler. Bu sebeple hem ferdin hem de sosyal hayatın korunması adına, mahremiyete ait pek çok hükümler koymuştur.

MAHREMİYET NEDİR?

Mahremiyet, “haram” kelimesinden gelir ve “haram olma hali” demektir. Herhangi bir şey yasaklanmışsa onu yapmak haramdır. Bu haram olan şey için “mahrem” kelimesi de kullanılır. Yasaklılık haline ise “mahremiyet” denir. Bir anlamda buna dokunulmazlık da diyebiliriz. Haram, mahrem ve mahremiyet kelimeleri, dini hükümlerle ilgili olarak yasak olan her şey için kullanılmıştır. Fakat mahrem ve mahremiyet kelimeleri, özellikle aile hukuku sahasında daha özel bir kullanım kazanmışlardır. Mahremiyet kelimesi insan vücudu için, özellikle cinsel arzulara konu olması açısından kullanıldığında, cinsel dokunulmazlık anlamına gelir. Bu durumda mahremiyet, insan vücudunda bakılması, dokunulması ve hakkında konuşulması haram olan bölgeleriyle ilgili dokunulmazlık halidir.

Türkçemizde mahremiyet kelimesi bu anlamda kullanılmakla birlikte, bu anlamdan hareketle kişinin özel alanı, gizlilik gibi anlamlarda da kullanılmaktadır. İslam’dan önceki cahiliye döneminde insanlar her an istedikleri eve veya odaya izinsiz girebiliyor, gerek aile fertlerinin gerekse başkalarının mahremini görebiliyorlardı. Medineli Müslüman bir hanım günün birinde Rasulullah’ın (s.a.v) yanına gelerek, “Ey Allah’ın Rasulü! Günün her hangi bir saatinde biri kapımdan odama dalabiliyor, görünmek istemediğim bir halde beni görebiliyor. Artık bir ikaz yapsanız da, kimse kimsenin evine, odasına izinsiz girmese, istemediğim bir görüntü içinde iken görmese…” dedi.

Aynı günlerde Hazreti Ömer de (r.a) Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) yanına gelerek, “Ey Allah’ın Rasulü! Beni çağırması için evime gönderdiğiniz çocuk izin istemeden yattığım odaya girdi. Ne kadar toparlansam da beni üzerim açık halde gördü. Keşke Rabbimiz bir yasak koysa da evimize, odamıza izinsiz kimse girmese” dedi. İşte bu ve buna benzer isteklerin çoğaldığı sıralarda Nur Suresi’ndeki aile hayatını koruma kuralları koyan ayetler indi: “Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip (izin alıp) ev halkına selam vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir; herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız.”

İslam’ın yüksek edeplerinden biri de aile fertlerinden kim olursa olsun, odasına izin isteyerek girmektir. Sahabilerden biri, “Ben annemin odasına girerken de mi izin isteyeceğim?” diye sordu. Rasulullah (s.a.v) “Evet” dedi. Aynı adam, “Benden başka anneme hizmet edecek kimse yoktur. Odasına her girişte izin mi isteyeceğim?” dedi. Rasulullah (s.a.v), “Sen anneni çıplak görmek ister misin?” buyurdu. Adam, “Hayır, annemi çıplak görmek istemem” deyince, “O zaman her girdiğinde izin iste” buyurdu.

Nur suresinin 58. ayet-i kerimesinde, buluğ çağına ermemiş çocukların dahi, şafak zamanı, öğlenin sıcak zamanı ve yatsıdan sonra ebeveynlerinin yanına girmeleri için izin istemelerinin gerektiğini, zira bu vakitlerin uyku ve istirahat vakti olduğundan, izinsiz girdikleri takdirde örtünecek zaman bulanamayacağından, mahremiyetin çiğneneceği bildirilmektedir. Ayetin devamında, “Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler…” buyrulmaktadır.

MAHREMİYET EĞİTİMİ NEDEN ÖNEMLİDİR?

Yüce dinimiz aile ve toplumun devamı için en güzel ahlakı öğretmeyi emreder. “Çocuğun anne babası üzerindeki hakkı, ona iyi bir eğitim ve iyi bir isim vermesidir.” Her eğitimde olduğu gibi mahremiyet eğitimi, daha güncel bir ifadeyle cinsel eğitim şüphesiz ailede başlar. Mahremiyet insanın özelidir, bir ihtiyaçtır. Bireyden hareketle toplumun mahremiyet hususuna olan dikkatleri ne kadar sağlam ve köklü ise kişisel, özel sınırlar da o kadar iyi korunur. Sözgelimi, odalara girerken kapıyı çalmak ve sesli olarak izin istemek, ev içinde de olsa kılık kıyafetlere dikkat etmek gibi aile içinde mahremiyet sınırlarına özen göstermek hem tarafların birbirine olan edep ve hayasının hem de Allah’a olan kulluk vazifelerinin bir gereğidir.

Anne babalar geleceğin büyükleri olan çocuklarına bu mahremiyet anlayışını ve haya duygusunu küçük yaşlardan itibaren kazandırmaya başlamalıdırlar. Günümüzde pek çok ebeveynin ihmal ettiği bir konu olmasına rağmen çocuğa “mahremiyet” duygusunun verilmesi hayati bir öneme sahiptir. Mahremiyet eğitiminde ihmale uğrayan çocuklar dışarıdan kendilerine gelebilecek olan istismarlara karşı savunmasız kalabildikleri gibi ileride kendi cinsel hayatlarını kontrol altında tutmakta da zorlanabilirler. Günümüzde yaşanan sözlü veya fiili taciz olayları karşısında çocukların tepki vermede yetersiz kalışlarının temelinde çoğunlukla ailede kendilerine yeteri kadar mahremiyet eğitiminin verilmeyişi yatar.

MAHREMİYET EĞİTİMİ NEDEN VERİLEMİYOR?

Aile içinde “edep” kavramı çoğunlukla, çocukların anne ve babalarına karşı gelmemeleri, onların sözünden çıkmamaları gibi anlamlar çağrıştırır. Ve “edep” derken cinsellikle ilgili bazı tehlikeler yokmuş gibi davranılır veya bu tür konuların açılması hiç mi hiç uygun görülmez. Ancak anne babaların şunu unutmamaları gerekir ki, çocukları büyümeye devam ediyor. Biz istesek de istemesek de onlar, yaşlarının ilerlemesine paralel olarak cinsellikle ilgili konuları ya duyuyor ya da müşahede ediyorlar. Bundan daha da önemlisi, bir insanın fizyolojik özelliği olarak bu dürtü onlarda gelişiyor. İşte, ailede mahremiyet eğitimi yerinde, zamanında ve metoduna uygun olarak verilmediği takdirde çocuklar hissi dengesizliklerle karşı karşıya kalabilecekleri gibi cinsel istismara karşı da cahil ve savunmasız bırakılmış olurlar.

Kız olsun erkek olsun çocuklara mahremiyet eğitimi verirken, sadece nasihat etmek yeterli değildir. Hatta çok defa cinsel istismara karşı dikkatli olmaları adına “Aman, oğlum/kızım, dışarıdaki kötü insanlara dikkat et, seni alır kaçırır…” türünden korku içeren nasihatler çocuğun ruhunda derin yaralar açılmasına da neden olmaktadır. Böylesi nasihatler çocukların içe kapanmasına ve sosyal çevreden korkup kopmasına neden olabilir. Şu halde çok iyi bilinmelidir ki, çocukların mahremiyet eğitimi tek başına nasihat ile veya korkutmalarla olabilecek bir şey değildir. Ve üzülerek belirtmek gerekir ki günümüz anne babaları kendi çocukları açısından hayati önem taşıyan bu eğitimin nasıl verileceği hakkında yeterli bilgiye sahip değiller. O halde mahremiyet eğitimi nasıl verilmeli?
Bizim mahremiyet eğitimi derken kastettiğimiz, edep sınırlarını zorlayarak her şeyin açık seçik konuşulması değildir. Ancak dünyanın bin bir türlü halinin olabileceğinin çocuğa uygun bir dille anlatılması gerekmektedir. Mahremiyet eğitimi çocuklara en kolay olarak 4-7 yaş arasında kazandırılır. Her anne babanın çocuklarının mahremiyet eğitimi hakkında şu hususlara dikkat etmesi gerekmektedir:

ODALARA GİRERKEN İZİN İSTENMELİ

Aile bireylerin birbirlerinin odalarına girerken, kapıyı çalarak ve izin alarak girmeleri çok önemlidir. Özellikle anne babanın bu tutumları, çocuklar üzerinde hem kendilerine değer verildiğinin hem de özel odalara girerken izin istenmesi gerektiğinin öğretilmesi açısından önemli. Çocuklara özellikle anne baba kendi odalarında iken kapının vurulmadan içeri girilmeyeceği, ancak bunu yaparken de gayet yumuşak bir ses tonuyla, “Ben odada giyiniyor olabilirim” gibi açıklamalar yapılmalıdır. Aksi takdirde ebeveynlerin özel odalarındaki yaşantılarına çocukların şahit olma durumu söz konusu olabilir. Yahut çocukta kendisinin istenmediği gibi bir anlayışın ortaya çıkmasına veya yatak odasını çocuğun çok ilgisini çekecek bir yer haline getirilmesine neden olunabilir. Birçok insan da çocuklarından saklanmanın gereksiz olduğunu düşünür. Halbuki çocukların gördüğü birçok şey ilerideki hayatlarına etki etmektedir. Hatta çoğu zaman müşahede ettikleri ve fıtrata uygun olmayan uygunsuz vaziyetler, onların ruhi bunalımlara düşmesine sebep olmaktadır.

TUVALET VE BANYO ADABI ÖĞRETİLMELİ  

Çocuklara mahremiyet terbiyesinin kazandırılması için 4 yaşından itibaren anne babası ile birlikte tamamen çıplak olarak banyoda bulunmamalıdır. Çocuk kendi bedeniyle anne ve babasının bedeni arasında sınırlar olduğunu bilmelidir. Banyoda çocuğun avret yerlerini örtmesi, tuvaletteyken kapısını kapalı tutması, banyo veya tuvalete girerken kapıyı mutlaka çalması gerektiği anlatılmalıdır. Böylece çocuğun zihnine, buraların özel bir yer olduğu yerleşecektir. Artık 4 yaşına basmış bir çocuk tuvaletin “özel” bir mekan olduğunu öğrenmeli, tuvalet ihtiyacını gideren birisinin başkaları tarafından görülmesinin uygun olmayacağını bilmelidir. Bunların yanı sıra anne babanın da dikkat etmesi gereken noktalar vardır. Mesela, banyodan çıkan ebeveynlerin havlu veya bornozu vücutlarını tam örtecek şekilde kullanmamalarını da aynı kategoride değerlendirebiliriz.

EV İÇİNDEKİ KILIK KIYAFETE DİKKAT ETMELİ

Anne ve babalar ve ailenin diğer fertleri, caiz olsa bile ev içi giyiminde aşırıya kaçmamalıdırlar. Anne ve babanın evin içerisindeki tutum ve davranışlarının bir kısmı mahremiyet eğitimi içerisine girer. Ama diğer bir kısmı ise adap dediğimiz kısmın içerisine girer. Örneğin anne babanın pijamayla evin içerisinde dolaşmasının mahremiyet eğitimine bir zararı olmaz. Ancak şort gibi kısa iç çamaşırlarıyla dolaşmaları, mahremiyetin hafife alınması için yeterli derecede kusurlu bir davranıştır. Bir taraftan çocuğunuza vücudunuzun kimse tarafından görülmemesini öğretirken evin içerisinde şort giyiyor olmak çocuğun mahrem duygularının gelişmesine engel olur. Şunu unutmayalım ki, aile yaşantısı, çocuklarımız için hayatın bir provası mahiyetindedir. O ailesinden ne gördüyse, hayatında da onu tatbik edecektir.

Uzmanlara göre çocukların öncelikle “bedenim bana özeldir” bilincini kazanması gerekiyor. Doğduğu günden itibaren elden ele dolaşan, öpülüp sevilen bebekler ilerleyen yıllarda artık kendi bedeninin farkına varmalı, çevresindeki yetişkinlerden ayrı bir birey olduğunu anlamalıdır. Kendi farklılığının bilincine varamamış çocuklar tacize karşı koyamıyor. Mesela anneler altını ıslatmış çocuğun birden öfkeyle pantolonunu indirmek yerine, bunu daha sakince ve çocuğun mahremiyet duygusunu tadacağı diğer gözlerden uzak bir yerde yapmalıdır.

Psikolog Belkıs Ertürk mahremiyet duygusu geliştirecek pratik uygulamalardan söz ederken şunları tavsiye ediyor ebeveynlere: “Kız ve erkek kardeşler aynı yatakta, odada yatırılmamalı. Yer sıkıntısı varsa perdeyle oda ikiye ayrılmalı. Günümüzde üç çocuğu, dört çocuğu olan ailelerin her çocuğa bir oda tahsis etmeleri mümkün olmayabilir. Bu durumda yapılacak şey, çocukların giyinip-soyunurken veya mahrem halleri sırasında ayrı odalara gitmeleri, başkası görmeden üstünü değiştirmesidir. Çocuğu her önüne gelen değil, belli kişiler tuvalete götürmeli. Bu esnada kapı kesinlikle kapalı olmalı, kimse içeri alınmamalı. Ebeveynler çıplaklığa çok dikkat etmeli. Eşler birbirine cinsel içerikli şakalar yapmamalı. Evlatlarını dudaklarından asla öpmemeli. Aksi takdirde çocuklar, başkaları tarafından da dudaklarından öpüldüğünde, çıplak bedenine dokunulduğunda yaşadıklarını normal karşılıyor, tacize uğradığının farkına varamıyor.”

Sonuç olarak unutmamalıyız ki eğitim ve terbiye çocuğun doğumuyla başlaması gereken bir süreçtir. Çocuğa mahremiyet anlayışını kazandırmaya çalışırken, zorlayarak, korkutarak katı bir disiplinle yaklaşmamaya dikkat edilmelidir. Psikolog Abdullah Purtaş da, “Çocuğunuza mahremiyet anlayışını kazandırmaya çalışırken, zorlayarak, korkutarak katı bir disiplinle yaklaşmamaya dikkat etmelisiniz. Aksi takdirde ya söylenenin zıddını yapan ya da konuşmayan, özgüveni eksik bireyler karşımıza çıkabilir” diyor. Görmemezlikten gelmek, çocuk anlamaz demek, yabancı mıyız diye düşünmek, ileride aklımıza dahi getirmek istemediğimiz bazı sıkıntıların başlangıç noktası olabilir. Mahremiyeti anlatırken kendimiz de örnek olmalıyız. Cinsellikle ilgili konularda edep sınırlarını aşmadan çocuklarımıza uygun ve yerinde bilgiler vermeliyiz.

ÇOCUKLARIN ELBİSELERİ HERKESİN İÇERİSİNDE DEĞİŞTİRİLMEMELİ

Çocuğun 4 yaşından itibaren avret bölgelerinin başkaları tarafından görülmesinin doğru olmadığını adım adım öğrenmesi gerekir. Bu bağlamda çocukların elbiseleri herkesin içerisinde değil kimsenin görmediği bir ortamda değiştirilmelidir.

ANNE BABALAR DAVRANIŞLARINA DİKKAT ETMELİ

Çocuklarının cinselliğe duyduğu ilgiden yakınan anne babalar tarafından çoğu zaman “Eşim bana sarıldığında oğlum beni babasından kıskanıyor”, “Oğlum beni dudaklarımdan öpmek istiyor”, “Kızım eşimi bana dokundurtmuyor!” gibi serzenişler dillendirilir. Eşler arasında özel olması gereken bu tür hareketler çocuğun mahrem duygularının gelişmesinin önüne geçer. Çocuklar ebeveynlerinin mahremiyetlerine, aklı ermeye başladığında, yani kendi bedenini ve başkasının bedenini fark etmeye başladığında vakıf olmaya başlarlar. Ebeveynlerin mahrem sayılabilecek sevgi davranışlarını özellikle 4-7 yaş dönemi çocuklarının yanında göstermeleri, onların dünyasında “evcilik oynama” adı altında farkında olmadan cinsel içerikli oyunlara dönüşebilmektedir. Özellikle kız çocuklarına karşı gösterilen cinsel istismarların pek çoğunun bu tür oyunlarda kendini gösterdiği istatistiklerde mevcuttur.

Hüseyin OKUR

Çocuğunu Allah’a adamak, ama nasıl?

Hanne  bir oğlan çocuğu ihsan etmesi için Allah’a yalvardı. “Ey Allâhım! Eğer, bana, bir erkek çocuğu ihsan edersen, onu, Beytülmak-dis´e vakfetmek, adak ve şükrâne olarak onu hizmetinde bulundurmak, üzeri­me, borç olsun!” dedi.

Hanne´nin bu adağı, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:

“Hani, (İmran´in) karısı: Rabb´im! Karnımdakini, âzâdlı bir kul olarak Sana adadım. Benden olan bu (adağı) kabul et! Şüphesiz, (niyazımı) hakkıyle işiten, (niyetimi) kemaliyle bilen Sensin Sen!” demişti.

Adanılan çocuk; Mescid´in hizmetlerini görür, erginlik çağına basıncaya kadar, hizmetten ayrılmazdı.Mescid hizmetine, erkek çocuklardan başkası, adanmazdı.Kızlar, bununla mükellef tutulmazlar; Hayz görmeleri ve rahatsızlığa uğrama­ları sebebiyle, bu hizmete elverişli görülmezlerdi.

Hanne; Hz.Meryem´e gebe olup ta, karnındakini, adayınca, kocası İmran “Yazıklar olsun sana! Sen, bunu, ne diye yaptın?! Eğer, karnındaki, kız olursa, kız da, bu hizmete elverişli bulunmadığına göre, şu yaptığın şeyi gördün mü?!” dedi. İkisi de, üzüntüye düştüler.Hanne, Hz.Meryem´e gebe iken, İmran vefat etti.

Hanne Kız çocuğunu doğurunca, Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilici iken, “Rabb´im! Hakîkat, ben, onu, kız olarak doğurdum. Erkek, kız gibi değildir.Gerçek, ben, (onun) adını, Meryem koydum. Onu da, zürriyetini de, o taşlanmış (koğulmuş) şeytandan, Sana sığınır (ısmar­larım!” dedi.

Hanne; erkek, kız gibi değildir demekle, kızın, Mescid hizmetine ve orada iba­dete -Mahrem olması, za´fı, Hayzdan, nifasdan, rahatsızlanmaktan berî bulun­maması sebebiyle- erkek gibi, elverişli olmadığını söylemek istemişti. Yinede  onu alıp bir beze sararak Mescid´e götürdü.

Bizim zamanımızda yapılması gereken, caminin bahçesine çocuk bırakmak değildir. Bizim işimiz, camide namaz kılacak çocuk yetiştirmektir. ‘Camide namaz kılacak çocuk’ projesinin ise iki boyutu var.

Birincisi namazı namaz olarak kılacak şuurda bir çocuk olması, ikincisi de namaz şuurlu çocuk yetiştirmenin bizim toplumumuzdaki zorluklarının aşılması boyutudur. Anne ve babaların sorumlulukları da burada devreye girmektedir.

Çocuk yetiştirmeyi, -özellikle vurgulayarak kaydetmek istiyorum- çocuğu Kur’an hafızı yapmak, camiye derse göndermek olarak anlamak kesinlikle hatadır. Daha geniş bir daireden bakmalıyız bu meseleye. Hanne kadın düzeyinde bakıldığında önümüze çıkan tabloda bir de, çocuk yetiştirmek isteyen anne babaların kendilerinin de yetişmişlik şuuru taşımaları gerektiği önümüze çıkmaktadır. Çocuğun yetiştirilmesi projesinden kendi açıklarını kapatma gibi bir anlayışla sadece kendimizi oyalamış oluruz. Bizim sorumluluklarımızı çocuklarımıza yükleme hakkımız olmaz.

Şöyle bir programla Hanne kadın olma yolunda ilerleyebiliriz:

a- Her şeyden önce niyetlerimizi kontrol etmeliyiz. Ne istiyoruz Allah’tan? İhtiyarladığımızda bize bakacak, çevremizde iftihar vesilemiz olacak, işi gücü yerinde bir çocuk mu yoksa fiilen Allah’a adanmış bir çocuk mu?

Kendi kendimize inanabiliriz ama meleklerin inanacağı samimi niyetler önemlidir. Eğer niyetimiz gerçekten Allah’a adamak ise, eylemlerimiz bu niyetimizi onaylamalıdır. Mesela Allah’a adanmış bir çocukta isim bile o adamayı yansıtmalıdır. Nitekim Hanne kadın, doğurduğuna, mabed hizmetçisi manasında Meryem adını koymuştu. İçimizdeki hasret isme bile yansımalıdır. Böylece niyetimizdeki samimiyeti ispat etmiş oluruz.

Çocuğumuzun doğumundan önce, henüz anne rahminde iken eğitimine başlamalıyız. Anne, adanmış bir çocuk rahminde bulunduğu için ağzına koyduğu gıdaya bile dikkat edebiliyorsa işimizi ciddi tuttuğumuzu söyleyebiliriz. Doğumla beraber, adanmış bir çocuk için uygun en iyi çevreyi oluşturmalıyız. Bu uğurda hicrete hazır olmalıyız. Çocuğumuzu büyüttüğümüz eve TV sokmamak bile yeterli olmayabilir. Misafirleri dahi eleyerek kabul etmeye mecburuz.

b- Allah’a adama hedefimiz kadar kullanacağımız yetiştirme yöntemleri de önemlidir. İyi niyetin iyi metotlarla desteklenmesi şarttır. Bu da ehli ile istişare etmeyi zorunlu kılar. Çocuğun gelişmesini çocuk doktoruna havale ettiğimiz gibi, proje bölümünü de ehline havale etmeliyiz. Bu da, çocuğun yaratılışı ile uyumlu bir yetiştirme çalışması demektir. Eğer çocuğumuz, Kur’an hafızı olma yeteneği ile yaratılmış ise onu en iyi hafızlık sistemi içinde yetiştireceğiz. Başka bir alanda yaratılmış ise o alana kayacağız ki bu, ehli ile yapılacak istişarelerle ortaya çıkacaktır. Bizim kafamızda oluşmuş olan bir şablonu zorunlu görmemiz işimizi zorlaştırır. Kesinlikle ama kesinlikle çocuğun fıtratını yani yaratıldığı yetenekleri ters yöne çekme gibi bir cahillik yapmayacağız.

Çocuğumuz, Şeriat ilimlerinde uzmanlaşacak bir kabiliyete sahipse onu o yönde geliştireceğiz. Başka bir yönde ise kabiliyeti o takdirde de çocuğumuza, temel dini bilgilerini verip o yöne kaydıracağız. Bu durum da bizim için projede başarısızlık gibi algılanmayacak. Zira projemiz adama projesidir. Erkek adayıp kız bulunca çekilmek yok. Önümüze ne çıktı ise onu değerlendirmektir bizim görevimiz.

c- Hiçbir şekilde çocuğu fırtınaya açık bırakmayacağız. Arkadaş ve akraba çevresinin tek bir sözü bile çocuğumuzu alıp götürebilir.

d- Sabır bu projede en mükemmel silahımızdır. Biz bu hayattan çekip gidinceye kadar devam edecek bir çalışmanın içinde olduğumuzu bilecek ve o sabırla yola devam edeceğiz. Sabra muhakkak bir zaman getireceksek eğer o zaman tam dokuz yüz elli yıl olmalıdır. Daha aşağısında bıkmaya hakkımız yoktur. Zira adamış olmak bunu gerektiriyor.

e- Çocuklarımızın örnek görmeleri çok önemlidir. Hem yaşadığı çevrede örnek görmeli hem geçmişten örnekler görebilmelidir. Sahabeden, ulemadan, mücahitlerden, siyaset erbabından örnekler adeta nakşedilmelidir zihinlere. O kadar ki, gençlerin beyinlerini dolduran çağımızın meşhurlarına yer kalmamalıdır adanmışımızın beyninde.

f- Çocuğumuza aidiyet kazandırmalıyız. Ümmet’ten olma şuuru verecek bir cemaati ilk zamanlardan itibaren hissetmelidir. Bir ülkenin vatandaşlarından biri, o vatandaşlar gibi o da Müslüman! Böyle bir aidiyet sıradanlıktır. Bunun yerine Ebu Bekir radıyallahu anhla başlayan büyük zincirin uzantısında halkalardan biri olarak görmelidir kendini.

g- Allah Teâlâ’nın samimiyetimizi görüp bizi desteklemesi gerekiyor. Tek başımıza hiçbir şekilde bu işi başaramayız. Samimiyetimiz de üç şeyde ortaya çıkar: Niyetimiz, gayretimiz ve duamız. Çok dua edeceğiz. Aynı sözleri defalarca, günler boyu, yıllarca usanmadan isteyeceğiz.

Şeytanın binlerce seneden beri sürdürdüğü karşı cephe projesine karşı bu büyük hamlemizin kıymetini bilmek, korumak, hasede, nazara karşı tedbirli olmak da bizim görevimizdir.

Kaynaklar : 

1)Peygamberler Tarihi

2)Sosyal Doku- Nureddin Yıldız

Dindar çocuk yetiştirmek çok mu zor?

Mütedeyyin her ebeveynin yegane arzusudur dindar evlat yetiştirebilmek. Bu gayret; ilk çocukluk döneminde başlar ve yıllar boyu süregelir.Dünden bugüne uzanan süreçte ailelerin kendi dinlerini evlatlarına benimsetme çabaları hep varolmuştur.Geçmiş dönemlerde ki anne-babaların bu konuda daha başarılı olduğu ise yadsınamaz bir gerçek.

Bir tıkla dünyanın öbür ucundan haber alacak kadar gelişen teknoloji ve sosyal etkileşimin olağanüstü derecede artmasıyla beraber, olumlu olumsuz her türlü akımın,  gençlerin zihnine boca edilmesi; ne yazık ki ailelerin çocukları üzerindeki tesirini azaltıyor.Ailesinin dinine, kültürüne, giyim kuşam tarzına yabancı bir nesil meydana geliyor çoğu zaman.

Ailenin değer yargılarını beğenmeyen, dolayısıyla yaşam tarzı olarak bu değerleri benimsemeyen gençleri eleştirmeden  önce ebeveynler kendilerini mihenge vurmalılar diye düşünüyorum.Titizlikle doğru-yanlış mukayesesi yapıldığında gençlerin istikametini bozan birçok davranışının temelinde hatalı anne-baba tutumlarını bulmak mümkündür.

Önce yaşamak!….

Ebeveynlerin yapageldiği en bariz hata yaşamadan yaşatmaya,uygulamadan uygulatmaya çalışmak.Kısacası kendi yapmadığı halde çocuğundan  yapmasını beklemek.Yüce Kitabımızda ”Ey iman edenler !Yapmadığınız şeyleri niçin söylersiniz”ayetinin sırrınca çocuk eğitiminde en önemli düstur eylem-söylem bütünlüğüdür.Eğer bir ailede bu yoksa gemileri yakıp herşeye sıfırdan başlamalıdır.Her türlü eğitimin olmazsa olmazı olan yaşayarak örnek olma durumu din eğitiminde de ilk şarttır.

Eğitimin olmazsa olmazı:Sevgi !

Ebeveynler inandıklarıyla amellerini mezcettikten sonra evlatlarına  doğru  tebliğ  yapmanın, metodlarını aramalıdır.Bu metodların ilk basamağında  ebeveynin çocuğuyla arasında sağlam bir sevgi iletişimi kurması gelmelidir.Çocuk ve aile arasında değer alışverişinin başlaması için sevgi ön şarttır .Ceza,tehdit gibi geçici yıldırma yöntemlerinden uzak durulmalıdır .Zira demoklesin kılıcı gibi gencin  tepesinde sallanan  baskıcı din eğitimi ,körpe  kalbinde makes bulmaz.Aileler din konusundaki dayatmadan evvel sevgiye yatırım yapmalı , imanın tohumlarını sevgiyle sulamalıdır.

Taklit etmek için beğenmek şarttır!…

Bir ikinci düstur ise anne ve baba hal, tavır ve davranışlarıyla çocuğun özen duyacağı bir profil çizmelidir.Kılık kıyafet seçiminde genci  özendirecek şekilde düzen ve tertip öncelenmeli(islami ölçüler içinde kalmak şartıyla), gençler ailesinin kılık kıyafetinden utanmamalıdır.Aileler teknolojiyi takip etme noktasında adeta evlatlarıyla yarışmalı,kültür birikimiyle yavrusunun gözünde taklit edilmeye şayan rol-model olabilmelidir.Etrafta envai çeşit rol model varken çocuğun ebeveynine özenmesi kolay iş değildir.Bu konuda ailelerin ekstradan efor sarfetmeleri ve bu özeni oluştumaları gerekmektedir.Evladını geriden takip eden değil, kültür birikimiyle,donanımıyla evladına rehberlik eden aile imajı oluşturulmalıdır.

Gencin ilgi alanları keşfedilmeli…

Özellikle ergenlik döneminde gençler ketumlaşmaya başlar.Ağızlarından laf almak, herhangi bir konuda onlarla muhabbet etmek neredeyse imkansızdır.Esasında biraz kurnazlık gençlerin dilinin bağını çözmeye yeter de artar bile.Hiçbir genç kendi ilgi alanına giren bir konuda konuşmamaya lakayt kalamaz.Bu minvalde çocukların ilgi alanları takip edilerek diyalog kapısı daima açık tutulmalıdır.Sandviç tekniği de denilen teknikle sevdiği konuların arasına vermek istenilen mesajlar sıkıştırılabilir.Böylelikle hem ikili ilişkiler taze tutulur hem de nasihat hissi uyandırmadan doğru mesajlar gencin dimağına gönderilebilir.

Vur-kaç taktiği etkili bir yöntem olabilir..

Çağı çok hızlı yaşayan günümüz neslinin öyle uzun uzadıya nasihat dinlemeye hiç tahammülü yok.Vur-kaç taktiği de diyebileceğimiz bir metodla kısa ve öz cümlelerle tam da taşı gediğine koymak akıllıca olacaktır.Lafı uazatmadan, yerinde ve zamanında söz söyleme sanatı ile verilmek istenen mesaj verilebilir.Çünkü uzayan nasihatler bir süre sonra karşıdakini sıkacağından beyin söylenen sözlerin tamamına kulağını tıkayabililr.

Sesli tefekkür duygu alışverişini tetikleyebilir…

Aile büyükleri ikili diyaloglarla  yahut  kendi kendine sesli tefekkür egzersizleri yapabilir.Yolculuk esnasında,sofra başında,piknikte hayret uyandıracak tarzda sesli düşünmeler verimli olabilir.Meyvenin güzelliği,ağaçların mükemmel yaratılışı,yaprakların,çiçeklerin eşsizliği,gökyüzünün kusursuzluğu,vücudumuzun başlı başına sanat eseri şeklinde yaratılışı vs. vs. tüm bunlar çocuğun dikkatini çekecek tarzda sesli düşünme ile dillendirilebilir.Çocuk, bütün bu duyduklarını nasihat olarak algılamayacağı için muhakkak zihninin bir köşesine kaydedecektir.

Nezaketin yumuşatamayacağı sine yoktur.

”Taşı delen suyun şiddeti değil damlaların sürekliliğidir” prensibince kırmadan, incitmeden ,damla damla devam eden tebliğ metodu benimsenmelidir.Tüm söyleneceklerin tek seferde boca edilmesi aniden bastıran yağmurun delik deşik ettiği toprak misali çocuğun kimyasını bozmaktan öteye geçmez.İnce ince yağan yağmurları ise toprak kolayca hazmedebilir.İliklerine kadar suyu emer ve tam kıvamına gelir.

Pes etmek anne-babanın defterinde olmamalı

Unutulmaması gereken en önemli husus şudur ki; bir sarayın bin kapısı olsa, dokuzyüzdoksandokuz tanesi kilitli olsa, akıl sahibi  insan son kapıyı da zorlamadan dönüp gitmez.Anne-babaların birkaç metod deneyip pes etme lüksü yoktur.Çocuğunu ebedi saadete götürecek imani tohumları kalbine ekmek adına her yolu denemeli her kilidi zorlamalıdır.Kapanan her kapı yeni kapıyı zorlama iştiyakını kamçılamalıdır.

Velhasıl anne veya baba olmak sadece fizyolojik yeterlilik değildir.İyi ebeveyn olmak yavrusunun karnını tok, sırtını pek tutmakla sınırlandırılamaz.Esas sevgi ve şefkat evladını iki cihanda bahtiyar edecek tohumları ekmek sonrasında da yeşertmektir.Aileler bu misyon ile sancılanmalı, bu kaygılarla zihnini yoğurmalı,kilitleri açacak anahtarı bulmalı.

Rabbi Rahiminden tevfik isteyip dua dua yalvarmalı.Güzel meyveler aldığında ise tüm bunların lütf-u ilahi olduğunu unutmamalı….

Zeynep Öztoprak

O (SAV) torunlarına reyhanlarım derdi

Peygamberimiz (s.a.v) çocuk cennet kokusudur buyurmuştur. Bu yüzden torunlarına ‘reyhanlarım’ diyordu.

Reyhan; çok güzel koku veren, görünümü iç açıcı ama bakımı çok fazla gayret isteyen bir çiçektir. Peygamber efendimiz, o çiçekleri büyütmekle vazifeli anne ve babalara çiçekler için tavsiyelerde bulunuyor:

“Çocuklarınıza iyi davranın onları iyi terbiye edin”

Nezaket Eğitimi Nasıl Verilmeli?

Çocuğa zorlamadan kazandırılan nezaket kuralları, toplum tarafından onay görür. Onay gören çocuğun aidiyet duygusu artar, özgüven duygusu gelişir. Çocuğa nezaket eğitimi nasıl verilmeli?

Toplum hayatında insan ilişkileri önemli bir yer tutar. Nezaketi, inceliği, tabiatının bir gereği haline getiren; önce kendisine sonra da karşısındakine saygılı olmasını bilen insanların, ihtiyaçlarını daha kolay temin edecekleri ve daha çok mutlu olacakları açıktır.Kimi zaman bir teşekkür, kimi zaman bir çiçek, hallolması zor birçok meselenin üstesinden gelebilir.

Geleceğe uzanan çizgide çocuklarımızın edepli, nazik hanımefendiler ve beyefendiler olması için aile içi ilişkilerde eşler arası uyum, nezaket ve çocuğa yaklaşım tarzı büyük önem arz etmektedir. Nezaket kurallarının birçok tezahürü var. Onları burada sayacak değiliz. Ancak aile içi ilişkilerde incelik ve samimiyetin topluma yayılacağı mukadderdir. Özellikle okulöncesi dönemde ailelerin çocukların bilinçaltı müktesebatına kazandırması gereken birtakım nezaket kuralları vardır.Kaynakwh webhatti.com:

Çocuğa nezaket kuralları ve saygı eğitimi nasıl verilmeli? İşte yapılması gerekenler:

1- Yetişkinler iyi bir model olmalı

Edebin ilk muallimleri anne-baba olduğu için ebeveynler öncelikle birbirine karşı edepli ve nazik olmalılar. Bu nedenle çocuğunuz, eşinize karşı saygılı olduğunuzu görsün ve bunu hissetsin. Hayatın akışı içerisinde zaman zaman eşler arasında tartışmalar çıkabilir. Burada eşler birbirini çocuğa şikâyet ederek, çocuğu hakem tayin etmemelidir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da çocuk tartışmaya şahit olmuşsa aynı konunun çözümlendiğine de şahit olması gerekir. Sözgelimi tartışma çocuğun önünde olup çözüm yatak odasında olmamalıdır.

2- Nezaket, saygı aile içinde de olmalı

Ebeveyni tarafından kibar davranılan çocukların görgü kurallarını öğrenmeleri daha kolay olur. Kimi yetişkinler sosyal kabul için aile ortamının dışında nazik ve kibar olurken maalesef aile içerisinde aynı nezaket ve inceliği göstermiyorlar. Dışarıdaki insanlara “teşekkür ederim”, “lütfen” gibi ifadeleri nasıl kullanıyorsanız aynı ifadeleri çocuğunuza hitap ederken de dilinizden düşürmemelisiniz. Ayrıca çocuklar zaman zaman çevresindekilerce, “hadi şu amcaya bir küfret” gibi ifadelerle argoya zorlanabilmektedir. Ebeveynler, bu tür ortamların oluşmasına izin vermemeli ve aile içerisinde “lan, hişt…” gibi kelimelere perhiz getirmelidirler.

3- Erken yaşlardan başlayarak eğitim

Bebeklik döneminden başlayarak yumuşak dokunuşlar ve nazik kelimelerle çocuk öğrenmeye başlar. Örnek olarak çocuğunuz canınızı acıtacak şekilde elleriyle saçınızı çektiğinde ona bağırmayın. Bunun yerine, çocuğun yumruğunu yavaşça gevşeterek ve sakin bir şekilde “bunu yapmak yok”, “nazik ol” gibi ifadelerle çocuk eğitilebilir. Çocuğun bu tür davranışlarına sesinizi yükselterek tepki verdiğiniz zaman çocuk ürker ve korkar. Bundan sonraki davranışlarında ürkek, korkak ve stresli durumlar gözlenebilir. Çocuğa aile içerisinde yaşına göre provalarla zorlamadan aşağıda sıralanan konular işlenmelidir.

Tanışma nasıl olur? Çocuğunuzun kendi cümleleriyle kendini tanıtmasını sağlayabilirsiniz. (2 yaşından sonra)

Nasıl selam verilir ve teşekkür edilir? (Çocuğun konuşmaya başlamasıyla birlikte öğretilebilir.) Bu yaşta çocuk selamın anlamını çok bilmese de bu davranışıyla toplumda sosyal kabul görür. Bu da çocuğun hem özgüven gelişimini destekler hem de bu davranışlar çocuğun tabiatının bir yanı haline gelir.Kaynakwh webhatti.com:

Neden ve nasıl özür dilenir?

(3 yaşından itibaren işlenebilir.)

Sofra adabı nasıl olmalıdır?

(3 yaşından itibaren işlenebilir.)

Misafir karşılama ve uğurlama nasıl olmalıdır? (4 yaşından itibaren işlenebilir.)

Kapı çalma şekli nasıl olmalıdır?

(3 yaşından itibaren işlenebilir.)

4- Baskı yapmayın, çocuğunuzu bir başkasıyla karşılaştırmayın

Çocuğunuzu topluluk önünde kibar davranma konusunda utandırmayın. Bu tür davranışlar çocuğunuzun kendisine ve size karşı saygısını zedeler. Kızgınlık ve öfke duygusundan başka bir işe de yaramaz. Görgü kuralları baş başa sakin bir ortamda öğretilmelidir. İlla ki bir şeyler söylenecekse çocuğu nazikçe bir kenara alarak, utandırmadan ifade edilmelidir.

5- Sınırlarınızı kontrol edebilir

Çocuğunuzun özellikle 4-6 yaşları arasında muziplikleri artar ve inat davranışlarıyla sizi kışkırtır. Bu durum çocuğun gelişiminde bir süreçtir. Çocuk bu tür davranışlarıyla sizin disiplin sınırlarınızı kontrol ederek kişiliğini oluşturmakta, sınırları ve yasakları öğrenmektedir. Çocuğun bu sınırları ve yasakları öğrenmesi sizin tavırlarınıza bağlıdır. Çocuğun muzipliklerini ve kışkırtmalarını gülerek karşılarsanız ve bu tür davranışlarını zekâsına bağlarsanız, çocuk kendi karakter sınırlarını gamsız, saygısız, aşırı rahat tavırlarla belirler. Çocuğun bu davranışlarını tam tersi, katı disiplin ve şiddetle karşılarsanız bu defa da katı itaat kültürüyle yetişmiş, kendine güvenmeyen ve hakkını aramaktan çekinen, saygı ve itaatte sosyal sınırların ne olduğunu ayırt edemeyen kişilikler olmaktadırlar. Uygun olan yaklaşım, anne-baba ortak tavırla, kıvamında bir otorite ile çocuğa, yanlış olan ve yapmaması gereken davranışlarla doğru olan ve yapması gereken davranışları fark ettirmektir.

6- İyi davranışlarını takdir edin

Çocuğa beklentilerinizi ifade ederken neleri yapmamalarını değil, neleri yapmalarını istediğinizi söyleyin ve iyi davranışlarını takdir edin. Örnek olarak; “Ellerinle yemek yeme yerine, lütfen çatalı kullanır mısın? Çatalını ne kadar kibar tutuyorsun. Yemeğini kendi önünden yemen ne kadar güzel” gibi ifadeler çocuğunuzu nazik davranışlar için yüreklendirir.”

Zaman

Çocuklarımıza vermemiz gereken temel kavramlar neler olmalı?

Eğitilmeyen, hayatı kavraması hiçbir şey yapılmaksızın kendine bırakılan çocuk, bocalamalar, iniş çıkışlarla büyüyecektir. Sağlıklı bir birey olamayacaktır. Böylesi durumda bir çocuk işi ne zaman ve nasıl yapması gerektiğini bilemez, özgüveni düşük bir birey olacağı için etrafındaki insanlar ile de güven problemi yaşar. Kime güvenip kime güvenemeyeceğini kestiremez.

Çocuklarımıza vermemiz gereken temel kavramlar neler olmalı? Sağlıklı bireyler, güzel nesiller yetiştirebilmemiz için önemli bir çaba, ebeveyn ve eğitimciler için kaçınılmazdır.

Anne babalar olarak, çocuklarımızı hayata hazırlarken, onlara bazı önemli kavramları anlatmalı, bazı davranışları yapıp yapmaması noktasında eğitmeliyiz.

Eğitilmeyen, hayatı kavraması hiçbir şey yapılmaksızın kendine bırakılan çocuk, bocalamalar, iniş çıkışlarla büyüyecektir. Sağlıklı bir birey olamayacaktır. Böylesi durumda bir çocuk işi ne zaman ve nasıl yapması gerektiğini bilemez, özgüveni düşük bir birey olacağı için etrafındaki insanlar ile de güven problemi yaşar. Kime güvenip kime güvenemeyeceğini kestiremez.

Sağlıklı bireyler, güzel nesiller yetiştirebilmemiz için önemli bir çaba, ebeveyn ve eğitimciler için kaçınılmazdır.

1. İnsan sevgisi, toplum bilinci, büyüklere saygı-küçüklere sevgi kavramları yerleştirilmeli
Tüm insanların iyi yanları olduğunu görüp ona göre hareket etmeliyiz. Herkesi çok sevemeyiz ama onu az da olsa sevmemiz, aramızda olumlu ilişkiler kurmamızı sağlamak için yeterli olacaktır.
Bir toplumun kalkınmasının, gelişmesinin içindeki fertlerin uyumuyla gerçekleşeceğine inanıp bu şekilde hareket etmeliyiz.

Büyüğüne saygısı olmayan, küçüğünü sevmeyen toplumların merhametten uzak, bozulmuş toplumlar olduğunu unutmamalıyız.

2. Verdiği sözde durma, her koşulda yalan söylememesi gerektiği anlatılmalı

Sözünde duran, yalan söylemeyen ebeveynlerin çocuklarının bu erdemlere uymaları daha kolay olmaktadır.  Bizler farkında olmadan, oyunlarda, hediye almalarda çocuğumuzu kandırıyor ve anlamadığını düşünüyorsak, onlarında bizi kandırdığı zaman yanlış yaptığımızı anlayacağız.

3. Arkadaşlarını seçerken iyi ahlaklı, iletişimde iyi sonuçlar kazanılacak olan arkadaşlar tercih etmesi anlatılmalı.

Çocuk ailesinden aldığı eğitim dışında, çevresinden özellikle de arkadaşlarından çok fazla etkilenmektedir. Bu yüzden arkadaş noktasında seçici olmalı ve aile terbiyesine uyan fertleri tercih etmelidir.

4. Duyarlı bir kişilik kazanması için; yardıma muhtaçlara, düşkünlere, kimsesizlere ve hastalara yardım etmesini teşvik etmeli

Duyarlı bir çocuk duyarlı bir çevre ile oluşur. İmkânlarımız dâhilinde etrafımızdaki insanlarla böyle paylaşımlar içine girmek, onun bu yetiyi kazanmasını sağlayacaktır.

Yardımın sadece parayla olmadığı yerine göre bedensel, ruhsal yardımların yapılabileceği, duanın da bir yardım çeşidi olduğu anlatılmalı.

5. Her konuda sabırlı olmasını aceleci, panik tavırlara içerisine girmemesi söylenmeli. Sabrın güzel neticeleri, aceleciliğin ise zararları örneklendirilmeli.

Sabır söylemesi, anlatması çok kolay ama uygulanması en zor kavramlardan biridir. Söylenen kötü söze, yapılan yanlış davranışa, yapılmaması gereken durumlara, hastalığa, musibete dahası; yaşamdaki birçok şeye karşı sabır göstermemiz gerekir.  Bunu bizler kendi yaşantımızda başarıp çocuğumuza da bu noktada telkinler vermeliyiz.

6. Kendi başına iş yapabilme, kendi iradesiyle kararlar alabilme ve kendi sorumluluklarını yerine getirmesi noktasında bilinçlendirme.

Ev içerisinde bazı işleri yapmasına izin vererek işe başlayabiliriz. Az bir yardımla birlikte ders çalışmaya başlayıp daha ilerisinde yalnız ve arada soru sorma şeklinde ödev yapmalara geçmeliyiz. Belli konularda onun fikirleri alınıp kendi kararlarıyla hareket etmesine izin verilmeliyiz.(Her konuda uygulayıp dengeyi de bozmamalıyız.)

Sorumluluklarımız tanımlanmalı, bizlerin olduğu gibi, onun da belli sorumlulukları olduğu anlatılmalı. Bunları yapması için imkân tanınmalı, arada yardımcı olunmalı ve onora edilmeli.

7. Aile, toplum, vatan, akraba ve arkadaş için fedakârlık, ahde vefa duyguları kavratılmalı

Hayat içerisinde çocuklarımız için birçok şeyden fedakârlık ediyoruz. Yeri geldikçe çocuklarımıza da belli noktalarda fedakârlık yapmaları gereği anlatılmalı. Her istediği olan, hiçbir şey için fedakârlık yapmayan çocuklar tatminsiz bir kişiliğe sahip olacaktır.

Başta anne babasının yaptığı fedakârlığı görmeyen çocuk, kimseye karşı vefa göstermeyeceği unutulmamalı.

8. Hayatımızı şekillendirirken, örnek alacağımız kişileri iyi seçmek ve bizlerinde onlar gibi örnek kişiler olmamız gerektiği anlatılmalı.

Örnek alınacak kişi noktasında, zorlama yapılmadan yardımcı olunmalıdır. Zaman zaman örnek kişimiz değişebilir ama doğru iz üzerinde gidiyor olmalıyız. Bunun içinde çocuğumuzla sürekli iletişim içerisine girmeliyiz. Muhakkak örnek alınan kişiler olacaktır. Bu konudaki kayıtsızlığımız çocuğumuzun yanlış şekillenmesine neden olacağını unutmamalıyız.

9. Başarılı bir birey olması için düzenli ve planlı çalışmanın önemi kavratılmalı
Düzen ve plan başarının iki anahtarıdır. Bunu oturtabilmek için yine birlikte kolları sıvayacağız. Başta düzenli bir ev imkânı sağlamaya çalışacağız. Ders çalışması için ona imkânlar sunacağız. Onun için verimli saatler belirleyip o saatlerde çalışmasını önereceğiz. Program dâhilinde çalışmaya yatkın bir çocuksa, öğretmenlerimizden bu konuda da yardım alabiliriz.

10. Zamanı iyi kullanma ve amaçlı çalışmanın yararları anlatılmalı
Derslerimizi çalışırken, anlayarak, geçiştirmeden yapmak, zamanı boşa harcamamanın en iyi yoludur. Bu şekilde kendi isteklerine ayıracağı daha da çok vakit  kalacaktır. Aksi durumda ise anlamadan yapılan ders, her seferinde tekrar okuma, sınava çalışırken zaman yetirememe sorununu da yanında getirecektir.

11. Yapacağı işlerde en iyisini yapmaya çalışmasını ilke edindirmeli

Dersler noktasında söylediğimiz gibi en iyisi yapmaya çalışma, zamanın kıymetini kavrama ve yapılan işi üst düzey kalitede başarma anlayışını oluşturur.

12. Hayatını kendi emeği ve çalışmasıyla kazanmasını hissettirme

İmkânlarımız nasıl olursa olsun, kendi emeğimizin, çalışmamızın verdiği lezzeti hiçbir şeyle elde edemeyiz Bu küçük yaşta bazı etkinliklerle çocuğa tattırılmalı. ‘Hazıra dağlar dayanmaz’ atasözünü unutmayıp’ ben uğraştım, çalıştım, yoruldum çocuğum bunları yaşamasın’ mantığında kesinlikle olunmamalı. Bu şekilde iyilik yaptığımızı zannedip çocuğumuza zarar vermiş oluruz.

13. Zararlı alışkanlıkların, insana, aileye, topluma verdiği zararlar örneklerle ortaya konulmalı.
Zararlı bir alışkanlığımız yoksa bu iş biraz daha kolay olacaktır. Bunu görsel olarak zaten anlatıyoruz demektir. Sonrasında gazete, dergi ve çevremizden (Ne yazık ki )buna pek çok kötü örnek gösterebiliriz.

14. Milli, tarihi ve dini değerlerin kutsallığı ve korunması yerleştirilmeli.
Bizlerin yaşadığı bu toprakların belli bedeller sonucunda elde edilmiş olduğunu çocuklarımıza iyi bir şekilde anlatmalıyız. Onları müzelerimize götürüp tarihi eserleri tanıtmalıyız. Böylece tarihine büyüklerine vefayı hissetmelerini sağlamalıyız.

Her insanın bir inancı olması gerekir. Bu inancına sahip çıkması, onu koruması da bir gerekliliktir.
Dinsel sorumlulukların kişiye ahlaki noktada getirileri unutulmamalı. Bu noktada ki gelişimini iyi bir şekilde sağlamalıyız.

15. İnsanların arasını bulmanın önemi, açmanın zararları anlatılmalı

İftiraya uğramanın ne kadar kötü olduğu örneklendirilerek dostluk ve arkadaşlığın güzellikleri anlatılmalı. Tüm insanların barış içinde yaşabilmesi için, kişiler arasında kırgınlıkların olmaması gerektiği vurgulanmalı.

16. Nezaket kurallarına(yemek, oturma, temizlik, konuşma adabı) uymasının önemi bildirilmeli.
Toplum içerisinde saygın bir kişiliğimizin olabilmesi için, görgü kurallarına uymamız gerekir. Anne baba bu kurallara uyan kişiler ise çocuk bu kuralları daha rahat kavramaktadır.

17. Komşuluk adabı, misafir geleneği, düğün, bayram, cenaze ve diğer merasimlerin önemi kavratılmalı.

Komşularımız, yaşamımız içerisinde bazen derdimize derman, bazen de sevincimizi paylaşan, bir işimiz olduğunda bir ucundan da olsa tutan kişilerdir. Onlarla ilişkilerimiz ne kadar iyi olursa yaşamız o kadar güzelleşir. Bu yüzden komşularımızla ilişkilerimize çok dikkat etmeliyiz.

Tüm yakınlarımızla misafirlik anlayışını sürdürmeli, iyi-kötü günlerinde onları ziyaret edip yanlarında olmalıyız.

Bu kavramlar, özellikle çocuğumuzun toplumsal bağlılığını, insan sevgisini, büyüklere saygı-küçükler sevgi kavramını perçinleyecek değerlerdir.

18. Emaneti koruması, zarar vermemesi gerektiği anlatılmalı.

Emanete sahip çıkma anlayışı kazanmayan çocuk, sonrasında kendi eşyalarında da aynı savurganlığı gösterecektir. Tüm nesneler zamanla olması gereken değeri yitirmeye başlayacaktır.

19. Başkalarının hakkına, hukukuna itina göstermenin, kurallara uymanın, toplumla uyumlu olmanın insana getireceği farklılıkların güzelliği kavratılmalı

Hak kavramına da en önemli kavramlarımızdan biri. Eğer bu kavramı yaşam içerisinde iyi bir şekilde örneklendirip anlatabilirsek, artık çocuğumuzun yanlış yolda insan olma ihtimali azdır. Çünkü kişilerin hakkına riayet eden kişi; kimsenin izinsiz bir şeyini almaz, kimseyi incitmez, tüm canlılara iyi davranır, toplu olarak kullandığı her şeyi özenli kullanır… v.b…

Sonuç olarak; çocuklarımıza anlatmamız gereken çok şey var. Ancak anlatılanların işe yaraması için, başta kendimizde yaşanır olması gerekir.

Unutmamalı ki çocuklarımız bizi devamlı izliyor ve çoğu konuda bizi örnek alıyor. Onlara devamlı bir şeyler anlatmak yeterli olmaz. Belki bir dönemden sonra bir kulağından girip diğerinden çıkar. Oysa onunla birlikte öğütlenenleri yapmak veya bu davranışları sergiledikten sonra, olumlu yönlerini anlatmak, onu dinleyip, onunla sohbet etmek; hem çocuğumuzu doğruya yönlendirir hem de aile bağlarımızın güçlendirmesini sağlar.

İyi bir gelecek, güzel nesiller yetiştirmek için bu tavsiyelere dikkat edelim; anlatarak ve yaşayarak örnek olup yön verelim.

Kaynak:  Ailede ve okulda çocuk eğitimi (Yard.Doç.Dr. Halit Ertuğrul)

Efendimiz çocuklara hayır demezdi

Hz. Hasan ve Hüseyin, bir gün peygamberimize gelerek, Efendimizin kendilerine bir deve almasını istediler. Peygamberimiz o anda çocuklara deve alacak durumda değildi. Torunlarını üzmeden deveyi unutturacak bir çözüm yolu buldu. Küçük torunlarının önüne çökerek onlara seslendi; “Haydi binin bundan daha iyi deve mi olur” Çocuklar büyük bir sevinçle dedelerinin sırtlarına binmişler ve deveyi unutmuşlardı. Çocukların bu tarz istekleri karşısında bizler tarafından söylenen sözler hep aynıdır; Paramız yok, ileride alırız, daha sonra vs. Bu sözler, çocuklara parayı önemsetir ve onları fakirlik psikolojisine sokar. Eğer bunu fark edemez isek çocuklarımız, büyüdüklerinde paraya tapar hale gelirler.

“Çocuğu olan onunla çocuklaşsın”

Efendimiz; “Çocuğu olan onunla çocuklaşsın” buyurmuştur. Peygamberimizin göbeği üzerine akıtan torununu almak isteyen Ebu Leyla bin Abdurrahman’a Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Oğlumu bırakın hacetini tamamlayıncaya kadar onu korkutmayın”

Çocuklar her duyduklarını kaydederler

Peygamberimiz bir çocuğun elinden tutunca o bırakıncaya kadar elini çekmezdi. En büyük dikkatsizliklerimizden birisi budur. Oyun anında işitmez, görmez, anlamaz sanırız onları. Hâlbuki çocukların alıcılarının en çok açık olduğu andır oyun anları. Yapmalarını istediğimiz şeyleri o anlarında söyleyebiliriz. Onların hemen kabullenmelerini ve farkına varmadan şartlanmalarını sağlar oyun anları, fakat bu çok önemli anları biz oyundadır duymaz diyerek çocukların duymaması gereken konuları onların belleklerine işleyerek geçiririz. Misafirliklerde çocuklar bir köşede oynarken, annelerinin konuştukları her şeyi kafalarına kaydederler.

Ceza korkusu ile Doğru Yapan Çocuk Doğru Çocuk Mudur

“Suç” denilince hemen aklımıza “cezâ” gelir ve hatta çocuk terbiyesinde, suç işleyen çocuğa nasıl cezâ verileceği, cezâ alan çocuğun nasıl “adam olduğu” ballandıra ballandıra anlatılır.Peki, ama cezâ ile terbiye etmeye çalışmak acaba ne kadar “bizim pedagoji” anlayışımız içinde yer alır, hiç düşündük mü? Ya da soruyu şu şekilde soralım: Suç işleyen çocuğu, cezâ korkusu ile terbiye etmek ne kadar vicdânî ve ne kadar İslâmî bir usûldür?

Madem ki, çıkmaza girdiğimiz her meselede Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatına bakıyor ve O’nu örnek alıyoruz, o hâlde Peygamber Efendimiz’in sünnetlerini bu konuda mercek altına alalım ve bakalım acaba O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocuklara hangi cezâ (!) usûllerini uyguluyordu?İşte bu yazımızda, günümüz anne-babalarının “anlık çözüm” olarak her an rahatlıkla kullandıkları cezâ konusunu masaya yatıracağız, bir yandan da tarihin altın sayfalarında kayıtlı bulunan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in davranışlarını “çocuk ve cezâ” konusunda analiz edeceğiz.

Cezâ ve Çocuk İsterseniz suç ve cezâ konusunu daha somut/müşahhas bir şekilde ele almak için bir örnekle yola çıkalım.On yaşlarında bir çocuğunuz olduğunu düşünün. Ve çocuğunuzun, evde misafirleriniz olduğu her an sizi misafirlerinize karşı hep mahcup ettiğini hayal edin.

Örneğin, siz ne zaman konuşmaya başlasanız, çocuğunuz sizin kullandığınız cümleleri alaya alarak ve eğip bükerek arkadaşlarınızın içinde sizi mahcup ediyor. Ne yaparsınız böylesi bir çocuğa?

Örneğimizi biraz daha zorlaştı ralım. Siz dînî değerlere hassasiyet gösteren bir âilesiniz ve namaz kılıp ibâdet ediyorsunuz. Ancak çocuğunuz, bu sefer de okunan ezânla dalga geçiyor. Siz namaz kılmak üzere hazırlık yaparken, çocuğunuz da, okunan ezânı hafife alıyor, kelimeleri eğip bükerek tekrar ediyor.Ne yapardınız? “Önce ikaz ederdim, ezân’ın önemini anlatırdım.” dediğinizi duyar gibiyim… Peki, çocuğunuz ısrarla aynı davranışı tekrar ediyorsa ne yaparsınız? Sanırım çocukla bir-iki defa konuşur, eğer hâlâ aynı davranışı tekrar ediyorsa, öfkelenir, kızar ve bir daha yaparsa cezâlandırılacağını haber verirdiniz değil mi? Öyle ya, ezân ile dalga geçen çocuğunuzu yanınıza çağırıp:“–Mâşaâllâh… Aman ne de güzel sesin varmış, al sana bir avuç dolusu para!..” diyecek hâlimiz yok ya!..

Zaten böyle bir şey yapacak olsak, aklımıza ilk gelen şey: “–Çocuğa yumuşak davranırsak, çocuk bugün ezânla dalga geçer, yarın namazla…” diye düşünülür ve kaşlarımızı çatmak zorunda hissederiz kendimizi, değil mi?

Peki, böylesi bir hâdise, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında olsaydı, O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nasıl davranırdı?İşte, tıpkı yukarıdaki örneğin bir benzerini, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında da görüyoruz. (Kütüb-i Sitte, 16 cilt, sayfa 597, Bab: “Ezânda tercî”)

Bir gün ezân okunurken, bir grup çocuk okunan ezânı hafife alıyor ve müezzinle dalga geçiyordu.Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocukların bu hâlini gördü. Çocukları yanına çağırdı. Okunan ezânla kimin dalga geçtiğini sordu. Çocuklar içlerinden birini gösterdi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-  o çocuğa döndü ve çocuğun sesinin ne kadar da güzel olduğunu söyledi ve ardından çocuğa ezân okumasını buyurdu.

Çocuk, ezân okumasını bilmiyordu. Mahcup oldu. Utandı.Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocuğa tebessüm etti ve önce kendisi ezân okudu ve sonra çocuğa dönerek: “Hadi, tekrar et!” buyurdu.  Çocuk duyduğu kadarı ile ezân okudu.Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocuğa bir kese para verdi.Kendisinin cezâlandırılacağını bekleyen çocuk, böylesi bir mükâfatla karşılaşmanın şokunu üzerinden atmadan,  Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mübârek elini çocuğun alnına koydu ve saçlarını okşadı. Sonra elini çocuğun göğsüne getirdi ve ona:“–Allah seni mübârek kılsın, Allah sana bereket yağdırsın.” diyerek duâ etti.

Çocuk, o âna kadar ürküp korktuğu Kâinât’ın Sultan’ı -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı sevgi duymaya başladı.Biraz önce çirkin bir davranışla Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna gelen bu çocuk, saf yüreği ile Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:“–Beni Mekke’ye müezzin olarak tâyin eder misiniz?” diye sordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tebessüm ederek, çocuğun bu isteğini de geri çevirmedi.

Eğer bu olayı pedagoji perspektifinden analiz edecek olursak: Müslümanların mukaddes olarak kabul ettiği bir değeri hafife alan, dalga geçen bir çocuk var. Tıpkı kendi evimizde okunan ezân ile dalga geçen çocuğunuz gibi. Bu suç karşılığında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nasıl davranıyor?

1-Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- az önce ezânı hafife alan çocuğa, “Hadi, ezân oku!” diye bir iltifatta bulunuyor. Hâlbuki alışkanlığımız o ki, eğer bir çocuğun bir suçu varsa, çocuğun o suçu bir daha işlememesi için, o davranışı bir daha yapmamasını tembih ederiz. Hâlbuki Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunun aksine; “Hadi, ezân oku!” diye buyuruyor. Belki etraftaki herkes, çocuğun çirkin davranışına dikkat ettiği hâlde, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocuğun güzel sesine dikkat ediyor. Böylesi bir davranış, çocuk terbiyesinin en önemli kısmına işaret eder ki, biz buna “Çocuğun kabiliyetlerini görebilme” ya da “pozitif çocuk terbiyesi” diyoruz. Hâlbuki cezâ, çocuğun kabiliyetlerini körelttiği gibi, negatif bir terbiye usûlüdür.

2-Çocuk, ezân okuduktan sonra, ona bir kese içinde para ikram ediyor. Hâlbuki o an karşısında duran çocuk, suçlu bir kişi olmasına rağmen Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu çocuğa bir kese para veriyor ki, böylesi bir muâmele “maddî mükâfat”tır. Suç işlemiş olan bir çocuğa maddî olarak mükâfât vermek, sanırım hiç kimsenin aklına gelmez. Belki de çocuk bu davranışı bir kere daha tekrar eder diye korkarız. Zaten bu anlamsız korkularımız değil mi ki, çocuk terbiyesinde, kaşları çatık bir anne-baba rolü oynamak zorunda olduğumuzu hissettiriyor bize!..

3-Daha sonra, çocuğun saçlarını okşuyor. Saç okşamak da bir mükâfât türüdür. Bu davranış “duygusal mükafat”tır. Az önce ezânla dalga geçen çocuk, hâlâ cezâ almadığı gibi, üçüncü kez mükâfât ile karşılaşıyor.

4-Ardından; “Allah, seni mübârek kılsın, Allah sana bereket yağdırsın” diyerek duâ ediyor. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu davranışı ile de çocuğun vicdânına hitap ediyor ve bir kere daha “duygusal mükâfât”la ona yaklaşıyor. Bu da aynı olay içinde dördüncü mükâfâttır.

5-Daha sonra çocuğu Mekke’ye müezzin olarak tâyin ediyor ki, böylesi bir pâye herkesin gıpta ile bakacağı bir makamdır. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- suç işlemiş bir çocuğa karşı çokça cömert davranıyor ve bunca mükâfâttan sonra, bu defa da en üst perdeden bir “sosyal mükâfât” veriyor.  İşte size Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir suçlu çocuğa yaklaşım tarzı!..

Efendimiz bu çocuğa ne kaşlarını çatarak, ne parmağını sallayarak, ne de “Bir daha böyle yaparsan sana şöyle şöyle yaparım.” diye tehdit ederek yaklaşıyor… Aksine çocuğun vicdanına giden bütün kanalları kirden temizler gibi, çocuğu mükâfât yağmuruna tutuyor.

Kütüb-i Sitte’de rastladığımız bu sahâbî efendimizin adı Ebû Mahzûre -radıyallâhu anh-!.. Efendimizin terbiye usûlünün, onun üzerindeki tesirine bakın ki, o günden sonra bu sahabî efendimiz saçlarını hiç kesmiyor. Yaşlılığına yakın bir dönemde ona:“-Saçların böyle çok çirkin görünüyor, kes artık şu saçlarını Yâ Ebû Mahzûre!..” denildiğinde, o çok hiddetleniyor ve:“-O saçlara kim dokundu siz bilmiyor musunuz?” diye soruyor.

İşte size peygamberâne çocuk terbiyesi…Hadis ansiklopedilerini alt-üst edelim, bakalım, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetlerini tek tek ele alalım. Eğer O’nun -sallâllâhu aleyhi ve sellem- suç işleyen çocuklara karşı uyguladığı bir tek cezâ şekline rastlar isek, o usûlü hep birlikte çocuklarımıza uygulayalım…Ama yok!.. Bunca yıldır bu konuda araştırma yapmış birisi olarak söyleyebilirim ki; Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hiçbir çocuğu cezâ ile terbiye ettiğine şahsen ben rastlamadım.

Düşünün lütfen!.. Eğer, suç ile mücâdelede “Cezâ” etkili bir yöntem olsaydı, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu çocuğa, en azından kaşlarını çatmaz mıydı?Çatmazdı ve çatmadı da… Çünkü bugünkü pedagojik veriler de mükâfâtın çocuk terbiyesinde çok olumlu bir tesir gücünün olduğunu ortaya koyuyor. Cezâ ile davranış değiştirmeye çalışmak ise, çocuğun dünyasında negatif bir tesir oluşturarak onu yeni yeni yanlışların içine sürüklüyor.Evet, belki hayvanları terbiye etmek için cezâ metotları kullanılabilir, ama insan terbiyesinde “cezâ” kalp kırıcıdır, onur kırıcıdır, izzet ve haysiyete düşmandır.

Adem Güneş