kitap

31. Kitap Kültür Fuarı

YAZARLARDAN RAMAZAN SOHBETLERİ

31. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’nda geçtiğimiz yıl başlayan Beyazıt Ramazan Sohbetleri, bu yıl 26 yazar ve fikir adamını ağırlıyor.

Türkiye Diyanet Vakfı tarafından organize edilen ve İBB Kültür A.Ş.’nin katkılarıyla düzenlenen Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı, İstanbul Beyazıt Meydanı’nda 31. kez okurları kitapla bir araya getirirken; Beyazıt Ramazan Sohbetleri’yle ziyaretçileri fikir ziyafetlerine hazırlıyor.

Vakıf Fuarcılık, geçen yıl kültür etkinlikleri kapsamında Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER) ile başlattığı ve 22 programa imza atan Beyazıt Ramazan Sohbetleri’ni, Ramazan ayı boyunca 26 programla ziyaretçilerle buluşturacak.

Beyazıt Ramazan Sohbetleri, geçen yıl gördüğü yoğun ilgi üzerine fuarın değişmezleri arasına katıldı. Beyazıt Camii yanına kurulan çadırda gerçekleştirilecek olan sohbetler, her gün saat 18.00 ile 19.00 arası, ESKADER Başkanı Mehmet Nuri Yardım’ın danışmanlığında belirlenen kültür, edebiyat ve sanat dünyamızdan seçkin yazarların ve fikir adamlarının kendi ihtisas alanlarına veya Ramazan’a dair olacak.

 

YAZARLARDAN RAMAZAN SOHBETLERİ TAKVİMİ

31. Kitap Kültür Fuarı Beyazıt Ramazan Sohbetleri Takvimi:

1 Ramazan 20 Temmuz Cuma Can Alpgüvenç
2 Ramazan 21 Temmuz cumartesi Dursun Gürlek
3 Ramazan 22 Temmuz Pazar Bestami Yazgan
4 Ramazan 23 Temmuz pazartesi Üstün İnanç
5 Ramazan 24 Temmuz Salı Nevzat Bayhan
6 Ramazan 25 Temmuz Çarşamba Prof. Dr. Nazif Gürdoğan
7 Ramazan 26 Temmuz Perşembe Mehmet Cemal Çiftçigüzel
8 Ramazan 27 Temmuz Cuma Ali Hakkoymaz
9 Ramazan 28 Temmuz Cumartesi Beşir Ayvazoğlu
10 Ramazan 29 Temmuz Pazar Yavuz Bahadıroğlu
11 Ramazan 30 Temmuz pazartesi Ümit Şimşek
12 Ramazan 31 Temmuz Salı Yusuf Dursun
13 Ramazan 1 Ağustos Çarşamba Yıldız Ramazanoğlu
14 Ramazan 2 Ağustos Perşembe Mustafa Armağan
15 Ramazan 3 Ağustos Cuma Sadık Yalsızuçanlar
16 ramazan 4 Ağustos Cumartesi Prof. Dr. Mehmet Zeki Kuşoğlu
17 Ramazan 5 Ağustos Pazar İsmail Bilgin
18 Ramazan 6 Ağustos Pazartesi Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar
19 Ramazan 7 Ağustos Salı Recep Arslan
20 Ramazan 8 Ağustos Çarşamba Ali Erkan Kavaklı
21 Ramazan 9 Ağustos Perşembe Dr. Mehmed Niyazi
22 Ramazan 10 Ağustos Cuma Sibel Eraslan
23 ramazan 11 Ağustos Cumartesi Prof. Dr. Ahmet Turan Alkan
24 Ramazan 12 Ağustos Pazar Vehbi Vakkasoğlu
25 Ramazan 13 Ağustos pazartesi Doç. Dr. Rahmi Yaran
26 ramazan 14 Ağustos Salı Kadir Gecesi Mehmet Nuri Yardım

Her gün saat: 18.00- 19.00

Okuduğunu anlamayan çocuk, kitabı sevemez

Anne-babalar, öğretmenler çocukların okumaya bir an önce geçmeleri için heyecanla çabalar. Okumayı söken çocuğun daha sonra dakikada kaç kelime okuduğu merak edilir. Halbuki okumayı sevdirebilmek adına kitabı ve okumayı eğlenceli bir hale getirmeli. Çocuk kitaba odaklanabilmeli ve okuduğunu anlayabilmeli.
Severek, içten gelerek yapılan davranışlar kolaylıkla alışkanlığa dönüşürken, zorla yaptırılanlar ise amacına ulaşamaz. Bu sebeple okuma alışkanlığını yerleştirmek için çocuklarımıza okumayı sevdirmekten başka çaremiz yok. Peki okumayı nasıl sevdirebiliriz? Okumayı sevmek öncelikle ailede, devamında ilkokul sıralarında oluşan bir tutumdur. 2-6 yaş döneminde annenin doğru tonlama ve zengin mimikle okuduğu hikâyeler, çocuğun zekâ ve duygusal gelişimine katkıda bulunduğu gibi, okuma sevgisinin de temellerini oluşturur. Kitap okuma zamanında ebeveyni ile eğlenceli vakit geçiren çocuk, duygusal hafızasında ikisini bir kodlayarak kitap okumayı eğlenceli bir etkinlik olarak algılar. İlkokul birinci sınıfa başladığında ise sınıf öğretmeninin yaklaşımı çocuk için çok önemlidir. Öğretmen, çocuk bir an evvel okumaya geçsin diye bireysel farklılıkları dikkate almadan aşırı yükleme yaptığında çocuk okumaya karşı olumsuz bir tutum geliştirmeye başlar. Öğretmenin ilk amacı sevdirerek öğretmek olmalıdır.

Günümüzde çocuk, öğretmen ve veli, ilkokul birinci sınıftan itibaren bir yarışın içinde yer alıyor. Rekabet ortamının başarıyı artıracağını düşünenler olabilir. Ancak çocuğun gelişim özellikleri, öğrenme becerileri dikkate alınmadan haksız rekabet ile erken dönemde kendini içinde bulduğu bu yarış ortamı, çocuk üzerinde gerginlik ve stres doğuruyor. Bu durum, çocuğun okula ve okumaya karşı olumsuz tutum içerisine girmesine neden oluyor. Ve böylece arkadaşlarından geride kalmayı duygusal olarak kaldıramayan çocuk, tepkisel davranıp ders çalışmayı, kitap okumayı bırakabiliyor. Stres ortamı içindeki çocuğun sakin ve mutlu olması, okuma ve okulla ilgili pozitif duygular içinde olması beklenemez. Bu sebeple, özellikle ilk yıllarda öğrenme ortamının stres ve kaygıdan uzak, her çocuğa başarı şansının verildiği bir ortam olması önemlidir.

Okumayı söken çocuğun önüne çıkan bir yarış daha var. “Dakikada kaç kelime okuyor?” Okulda öğretmen, evde anne-baba çocuğun bir dakikada kaç kelime okuduğunu hesaplayarak hızlı okumaya teşvik eder. Bu noktada çocuk, anlayarak değil, hızlı okumanın daha önemli olduğu kanısına varır. Daha hızlı okuyabilmek için kelimelerin anlamlarına, vurgularına dikkat etmeden, sonundaki ekleri yutarak, noktalama işaretlerine aldırmadan okumayı öğrenir. Hıza odaklı vurgusuz okumada metnin anlamı kaybolur. Çocuk, anlamadan okuduğu metni şüphesiz ki sevemez. Oysaki okumanın ilk amacı anlamaktır. Anlayarak bilgi edinmek, edinilen bilgileri yaşama aktarmak böylece yaşamı ve yaşama bakış açısını zenginleştirmektir.

Çocuklarımızın okuma davranışını alışkanlık haline getirmeleri ancak okumaktan keyif aldıkları için okumaları ile mümkündür. Bu nedenle çocukların okunulan metni hızla okuyup tüketmeleri yerine çocukların ne anladığına odaklanmak daha doğru olacaktır.

Ailece okuma gün ve saatleri planlayarak, bu zaman diliminde hep birlikte kitap okumak, kitap ile ilgili tartışmak, beğendiğimiz bölümleri dramatize etmek, öğretileri hayata geçirmek için hep birlikte önerilerde bulunmak, kitabı hayatımıza aktarmak için faydalı olacaktır. Bu deneyimleri zevkli hale getirerek çocukların güzel bir alışkanlık kazanmasına yardımcı olabiliriz. Her şeye rağmen okumayı sevdiremediğimiz çocukta dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü, duygusal problemler var olabileceğini düşünerek uzman yardımına başvurmak gerekir.

GÜLTEN İKİZOĞLU PSİKOLOG – Zaman

Puslu Kıtalar Atlası – İhsan Oktay Anar

Yeniçeriler kapıyı zorlarken, Uzun İhsan Efendi hala malum konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu… “Rendekar doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öyleyse varım. Oldukça makul. Fakat bundan tam ersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar. Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, düşlediğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece, o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın, beni düşlediğini düşlüyorum. Öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.” Kapı kırıldığında Uzun İhsan Efendi kitabı kapadı. Az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları gerirdi: “Dünya bir düştür. Evet, dünya… Ah! Evet, dünya bir masaldır.”

Pertev Bey’in Üç Kızı, İki Kızı Ve Torunları – Münevver Ayaşlı

Bu kitap “nehir roman” dediğimiz birbirinin devamı olarak kaleme alınmış üç kitaptan oluşuyor: “Pertev Bey’in Üç Kızı, Pertev Bey’in İki Kızı ve Pertev Bey’in Torunları”.

Hatırat yazarlığının önemli isimlerinden Münevver Ayaşlı, gerçek bir zaman, mekan ve vak’a üçgenine oturtarak başarılı bir üslupla kaleme alıyor romanını.

Miralay Pertev Bey’in kızları, torunları ve kalabalık maiyeti etrafında ferdi, ailevi ve toplumsal bozulmuşluğu tahlil ediyor. Hem şahitlik ettiği hem de derinden yaşadığı Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış sebeplerini kavratıyor okuyucusuna.

Pertev Bey serisi tarihsel gerçeklerin öyküleştirilerek okuyucuya sunulduğu seviyeli, üsluplu, geniş bir “dönem romanı” kimliğinde.

Vefa Apartmanı – Sadık Yalsızuçanlar

 

Sadık Yalsızuçanlar’ın kitabı Vefa Apartmanı yaklaşık 1 yıldır raflardaki yerini aldı. Yazar kitabında Menderes hükümetinde Ulaştırma, Milli Eğitim ve Bayındırlık Bakanı olarak yıllarca hizmet etmiş ve 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış Tevfik İleri’nin hayat hikayesini anlatıyor.

Cezaevindeyken kansere yakalanan ve bunun sonucunda hayatını kaybeden Tevfik İleri’nin çocuklarıyla bir araya gelen Sadık Yalsızuçanlar, eski bakanın eşi Vasfiye Hanım la aralarındaki mektuplaşmaları yeni kitabı Vefa Apartmanı’nda okurlarla paylaşıyor.

 

Kitabın Arka Kapağı:
‘Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor. Gördüğüne ve bildiğine inanıyorum. Gerisi laf u güzaf. Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Size mal mülk, servet bırakmadım. Yalnız, size, şerefli, namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.’
Tevfik İleri
24.9.1961, Kayseri Cezaevi

Ulaştırma, Milli Eğitim ve Bayındırlık Bakanı olarak yıllarca başarıyla çalışmış, Adnan Menderes’in yakınında bir devre tanıklık etmiş, Yassıada’da yargılanıp idama mahkûm edilmiş bir bürokrat… İdam cezası ömür boyu hapse çevrilen, kanserin pençesinde kısa sürede mum gibi eriyen Tevfik İleri… Ailesine yalnız şerefli, namuslu bir ad bırakan Hemşinli Tevfik…

Tevfik İleri’nin Hemşin’den Vefa Apartmanı’na uzanan hikâyesinde yalnız bir “adam”ın hayatı değil, bir ailenin, bir ülkenin tarihi gizleniyor satır aralarına. Çalışma hayatı boyunca tuttuğu günceler ile Yassıada ve Kayseri Cezaevi günlükleri, Tevfik İleri’nin şahsında bir dönemin tarihini anlatıyor.

 

Kitaptan bir kaç satır:

Öyledir efendim, dünyanın hayal olduğunu bile bile ona kanarız. Rahmetli babamı hastanede bir deri bir kemik görünce bunu iliklerime kadar hissetmiştim. Annem, elini tutup yaşlı ve hala ona aşık gözlerle baktığında, “Vasfiyem” demişti, “ne diyordu Hazret, ‘Allah gayrı değil ki ona vasıl olasın. Perde olan senin kendi varlığındır. Sen sensiz Allah’a git, aranızdaki, engel hep senin senliğindir’”

——

Varlık beyannameni yazman zor olmadı. Cesaret, onur ve dürüstlükten başka bir varlığın yoktu…

——

Annem, evin geçimi konusunda dikkatli davranırdı. Ay sonunu zor getirirdik. Şimdiki milletvekilleri, bakanlar gibi değildi. Zaten kirada oturuyorduk.

Giyim kuşamımız da mütevazı idi. Okul kıyafetlerimizi birkaç sene giyerdik. Ayşe’yle eteklerimizi annem biraz uzun tutardı, katlardı. Tabi boyumuz uzadığı için, her sene söker biraz uzatırdı. Birkaç iz olurdu ne kadar ütülense de… Bir gün öğretmenimizin tahtaya kaldırdığında, rengi solmuş, birkaç dikiş izi olan eteğime bakıp, ‘bak sen, kızımızın boyu ne kadar da büyümüş…’ diyerek beni teselli ettiğini hatırlıyorum. Bundan bir kompleks de duymazdık biliyor musunuz? Yani evde bu konuşulmazdı bile.

Cahide Hanım o günleri yeniden yaşıyor. Çileli, sade bir yaşam… Bakan kızı olarak okulda üç yıl aynı formayı giymek ve bunu dert etmemek için insanın nasıl bir iç dünyası olması gerektiğini insan onları seyrederek anlayabilir.

——

Öyle gelen gidenleri çok olurmuş. Erzurum’da da öyle, Çanakkale’deki hayatları da öyle. Üç dört sene kalıyorlar. Oradan ayrılırken bütün Çanakkale yollara dökülüyor ve kilometrelerce gelip uğurluyorlar. Enteresan bir şey, şimdi onu düşünüyorum. O zaman siyasetçi değil, mühendis. Hep öyle bir temayüz etmiş, hakikaten ortada bir insan. Çanakkale’de biliyorsunuz 18 Mart’ta, milleti ilk defa toplayıp şehitliklere götüren babamdır, öğrencileri ilk o götürüyor oraya.

——

Ulus gazetesinde her gün babamla ilgili gerçekdışı yayınlar yaptılar. Hatta hatırlıyorum babam, sabah gazeteleri okurken, aleyhinde bir haber çıkmamışsa, anneme, ‘Vasfiye’ derdi, ‘demek ki dün, milletimiz için hayırlı bir iş yapmamışız.’

——

Yasssıada’ya gönderdiğimiz mektuplarda ‘sevgilim, canım, hayatım babacığım’ yazınca, mektupları denetleyen görevli, ‘sevgilim’i daire içine alıp bir ok işaretiyle boşluğa çıkarır, soru işareti veya ünlem koyar, bazen bununla da yetinmeyip ‘Hiç uygun değil!’, ‘Ne demek istiyor?’ gibi notlar düşerdi. Oysa biz ona aşıktık.
Doksan kilo girdiği Kayseri Cezaevi’nden Ankara Hastahanesi’ne kırk dokuz kilo olarak taşındı, cemale gittiğinde kırk dokuz yaşındaydı

——

Gençliğinden beri hayatı sert mücadeleler içinde geçmiş ve nihayet Yassıada’daki duruşmalar sırasında başı dik hali ile öne çıkan babam gerçekten hislerini yoğun yaşayan ve gözyaşlarına hâkim olamayan bir insandı. Hafızamda böyle iki olay yer etmiş. Biri radyodan naklen yayınını beraberce dinlediğimiz üç-bir’lik Macaristan galibiyetimiz, biri de bize yüksek sesle, sonradan Rahman suresi olduğunu anladığım bir Kur’an okuyuşu. ‘Erkek ağlamaz’ sözünü beğenmez ‘İnsan olan ağlar’ derdi.

——

Oturduğumuz ev üç oda bir salondu. Odalardan biri, içinde babamın kütüphanesi ve yazı masasının bulunduğu bir çalışma odası idi. En küçük, fakat konum itibariyle en en güzel oda buydu. Benim yaşım biraz ilerleyip de ablalarımla beraber yattığım odadan ayrılmam gerekince orası benim odam oldu. Babam zaten pek evde bulunmazdı, ama ara sıra o odaya girmek isterdi. Artık oda benim olduğuna göre önce, ‘Oğlum müsaade eder misin biraz odanda oturayım’ derdi. Ondan korkmazdık. Onu gücendirmekten ve saygısını kaybetmekten korkardık. Onun bizi beğenmesi, bizimle iftihar etmesi çok önemliydi bizim için.

***

Sadık Yalsızuçanlar ile yapılan bir söyleşiden :

Vefa Apartmanı isimli son eseriniz Türk edebiyatı içinde ve kendi külliyatınız içinde nerede konumlandırıyorsunuz? Tevfik İleri, “anılmazsa olmaz”larınızdan mıydı?

Anılmazsa olmazlardandı benim açımdan Tevfik İleri çünkü Vefa Apartmanı yani Tevfik İleri’nin eşinin ve çocuklarının yaşadığı Kocatepe caminin karşısındaki Vefa Apartmanı’nın içindeki hikaye benim açımdan çok özel bir hikayeydi, çok ilginç bir hikayeydi. Kendi yaşamımla da çok ilgiliydi. Birçok insanın babası, dedesi tutuklanmış, işkence görmüş, yatmış. Benim öyle bir tecrübem yoktu tabi geçmiş büyüklerimle ilgili ama 78 yılında Hacettepe’de Türkoloji okumak üzere geldiğimde kaldığım öğrenci evine yüz metre mesafede ve her gün önünden birkaç kez geçtiğim bir apartman Vefa Apartmanı.  Tevfik İleri’nin yaşamı bizim toplumsal ve ahlaki kültürümüz açımızdan, ortamımız açısından bilhassa siyaset kültürümüz açısından son derece ibret verici. On yıl boyunca bakanlık yapmış olmasına rağmen bir evi yok. İşte çocuklarına zaten son vasiyet niteliğindeki mektubunda da belirtir bunu. “Size mal mülk, para bırakmadım. Şerefli ve erkek bir ad bıraktım. Siz de bununla iftihar edeceksiniz” diyor. Gerçekten son derece haysiyetli namuslu bir adam. Elli yaşında ölmüş. Son bir yılı büyük acılarla geçmiş. Tabi Yassıada’da çok acılar çekmiş. Bakanlık yaptığı veya mühendis olarak çalıştığı dönemlerde Nazım Hikmet gibi yüreği hakikaten memleket vatan sevgisiyle dolup taşmış. Hatta o zaman nişanlısı olan Vasfiye hanıma yazdığı ilk mektubunda “Memleketimizi seveceğiz, sonra birbirimiz seveceğiz” diyor. Böylesine de bir memleket romantizmi olan bir adam. Ayrıca çok nazik bir adam, narin bir adam, centilmen bir insan. Edebiyatla çok ilişkili bir insan, çok okuyan bir insan.

İleri’nin mektuplarında, “aşk mektupları”nda, büyük bir liriklik göze çarpıyor, her şeyden evvel. Katı ve soğuk bir dünyanın içinde, böylesi mektuplar yazan bir simanın kitabını yazmanın ilk karar anının merak ediyorum. Sizi buna iten ne oldu tam olarak?

Özellikle  onu seçtim, benim ilgimi çekti çünkü tam da belirttiğin gibi katı ve soğuk bir dünyanı içinde aşk mektupları yazan bir siyasetçi. Biz modern zamanlarda aşkı lanetleyen bir kültüre doğru evrildik, bir algının içerisine girdik. Geleneğimizde oysa sultanlar, padişahlar aşk şiirleri yazmışlardır. Cengaverler, savaşçı sultanlar aynı zamanda bir elinde kılıç tutan yöneticiler aynı zamanda büyük muazzam lirik aşk şiirleri yazmışlardır. Geleneğimizde aşkı yücelten bir eğilim varken, modern zamanlarda hakikaten aşkı lanetleyen bir yere doğru savrulduk. Bir de tabi bir duygu durumu olarak aşkla “bir yaşantı olarak aşk” arasındaki farkı da burada test etme imkanımız var Tevfik İleri karısını ilk tanıdığı ve sevdiği an gibi ölene değin sevmeyi ve ona çok incelikli davranmayı korumuş bir adam. Asıl benim ilgimi çeken bu. İnsanların birbirlerine saygılarını yitirmemeleri için ne yapmaları gerektiğine ilişkin için çok fazla fikri olduğunu zannetmiyorum. Hele belli bir yaşantıya dönüştüğünde bir yüz göz olma durumuyla birlikte. Giderek belki bazen bir çatışma ve bir savaş meydanına dönüşebiliyor aşk yaşantıları. Tevfik Bey’de bunun aksi bir örnek görüyoruz. Bu son derece ilgimi çekti benim. Ayrıca hani birleşince kavuşunca aşk biter, irfan başlar derler.  Tevfik İleri ve karısında bu irfanın yanı sıra aşk da birlikte yürümüş, devam etmiş gerçekleşmiş. Bu da tabi çok ilgimi çekti. Bu yüzden Vefa Apartmanı’nı yazmayı özellikle istedim.

 

 

İllaki okunmalı, okunmalı, okunmalı…