RANA ÇOLAK

Mucize

….geçmiş zamanlardan bir ilkyazda çocukluğum çıktı karşıma. Bir Ramazan bayramıydı. Mahallenin çocuklarıyla birlikte bayram şekeri toplamıştık. Eyüp Sultan Hazretlerinin türbesinin önündeki bahçede oturmuş, topladığımız şekerleri ve lokumları yiyorduk. Bir ara çocuklardan biri mavi kafesli bir mezarın üzerindeki gülü koparmaya çalışıyor fakat yetişemiyordu. Bütün çocuklar denedi olmadı. O sırada pamuk şekerci geçince çocuklar koşarak onun yanına gittiler. Ben kafama koymuştum, o gülü mutlaka alacaktım. Lakin kaç kere denediysem muvaffak olamadım. Ellerimi yüzüme koymuş müteessir bir şekilde düşünürken bir ses duydum.
– O gülü çok mu sevdin?

Ürpererek dönüp baktım. Mezarların arasında oturmuş derviş kılıklı biri vardı. Ben o kadar dolmuştum ki bir kelime daha konuşsa kendimi koyuverecektim. Derviş gülümseyerek.
– Mezardan gül koparmak güzel bir davranış değil. Üstelik o, bir aşığın gülü, dedi.

Ben şaşırmış bir vaziyette ona bakıyordum. O ise konuşmasına devam ediyordu:
– Evet, aşığın gülü. Unutma ki âşıkların kabrinde gül biter. O gülü çalmak yerine isteseydin sana verirdi.

Ben hâlâ şaşkınlıkla bir mezara, bir güle, bir de adama bakıyordum. Derviş elini başıma koyarak:
– Hadi, ne duruyorsun istesene… dedi.

Ben de:
– Ey âşık gülünü bana verir misin? diye seslendim. O anda mezardan çıkan bir el, o çiçeği kopararak bana uzattı. Çiçeği elime aldığımda bir de ne göreyim? Çiçek lacivert bir renge dönüşmüştü. Ben de elimdeki güle bakarak dervişe sormuştum.
– Bu gül neden lacivert? Ben kırmızısını isterim.

Şöyle cevap vermişti:
– Bak yavrum, o gül ancak lafza-i Celâl, yani Allah (c.c.) ism-i Celîli okunursa kırmızıya döner. Yani sen ne kadar çok aşk narına yanarsan o da o kadar kızarır, bir gün gelir kıpkırmızı olur.

O günden sonra o lafzı ağzımdan hiç düşürmemiştim. Hatırlıyorum da çocukken İncil’i elime alarak saatlerce dua mırıldanmam annemi ve babamı çok mutlu ediyordu. Ben günlerce bir mucizenin olmasını beklerken, onlar böylesine dindar çocukları olduğu için Tanrı’ya şükrediyorlardı. Şimdi anlıyorum ki asıl mucize olağanüstü hadiselerin gerçekleşmesi değil, insanın sahip olduğu imanıymış……

Yağmur Dergisi-31

Saliha Malhun

İyi ki varsın

Halıcıoğlundan sütlüce ye geçen küçük tünel…

Her geçişte gözümde canlanır hatırladığım ilk korkum, yüreğimde hala aynı duruyor.

Küçük adımlarımla babamdan birkaç adım önde yürüyorum,

Babaannemin Bademlikteki evine gidiyoruz.

O kadar heyecanlıyım ki hoplaya zıplaya ilerlerken babamın elini tutmuyor olmamın verdiği bir marifet hissi içimdeki…

Biliyorum ki babam birkaç adım gerimde gelmekte, yine de özgürlüğün yanında güven de arıyorum.

O küçük tünel bana upuzun gelirken, yanımdan geçen ve beni otobuslerden ayıran tel kafes…

Otobüslerin sesleri kulaklarıma doluyor, şiddeti eteklerimi uçuruyor….

Kaldırımdaki çizgilere basmadan yürümeye çalışan bir çocuktum o zamanlarda da. Hoplaya zıplaya ilerliyorum. Derken…

Arkamı dönüp babama bakmak geliyor aklıma.

Yok…!

Tek başımayım

Yalnızım

Ne yapacağım ben ?

Nerede babam?

Hızla geriye doğru koşmaya başlıyorum

Tünel bitmeyen mesafe…

Ve babam saklandığı yerden tatlı gülümsemesi ile çıkıyor.

Bacaklarına sarılıyorum…

İyi ki varsın.

Rana Çolak

Dayak Cennetten Çıkma mıdır ?

Na’ilî’nin ‘nihânuz’ redifli gazelinin ilk beyitinin şerhinde, ‘Dayak cennetten çıkmadır.’ atasözünün kaynağını anlatılır. Buna göre, Hz. Musa’nın asası, Hz. Âdem’in cennetten çıkardığı sopaymış. Bu sopayı Cebrail, Şuayb peygambere vermiş, o da damadı Musa’ya hediye etmiş.  “Sopa cennetten çıkmadır” ‘ sözünün kaynağı buymuş.

Mâruz ki asâ-yı kef-i Mûsâda nihânuz
Mâr anlama mûruz ki teh-i pâda nihânuz

Haberdar

Dünyanın dört bir yanında neler oluyor, neler konuşuluyor, günü gününe öğrenmek ister misiniz?

Haberdar, farklı dillerden farklı ülkelerden günlük gazetelerin önemli başlıklarıyla ekranlarınızda…

Serhat AKÇA ve Irmak Gürcan KERİMOĞLU dokunmatik ekranla dünyayı ayağınıza getiriyor…

“Haberdar”, Hafta içi her gün 08:00’da TRT Türk’te…

**************************

Kaçırmamaya çalıştığım kaliteli bir haber programı.

Dış dünya basınının olayları nasıl görüp, nasıl yorumladığını öğrenmek ufku genişletiyor.

İzmir Notları

Hakikaten gidişi ve özellikle dönüşü çok zor geçen yolculuğuna rağmen İzmir seyahati güzeldi. Herşey bir yana ailemiz yeniden bir aradaydı ve az da olsa hasret gidermeye çalıştık.

İzmir’i İstanbul’un 10-15 sene önceki hallerine benzettim. Kim ne derse desin İstanbullu için İzmir hala daha taşra. Örneğin dondurma kağıdını atacak çöp kutusu bulabilmek için Fevzi Paşa Bulvarında uzun bir yürüyüş yapmak zorunda kaldım. Yerler izmarit ve pet şişe atıkları ile dolu. Gün içinde bu atıkları temizleyen hiçbir çöpçüye rastlamadım. Belediyeciliği bu konuda sıfır buldum.

Fakat Sasalı tarafında açılmış Doğal yaşam Parkını görünce hayran kaldım. Öğrenci 500 kuruş, Tam 2,5 TL . İstanbul da benzer yerlerin ücretleri ile kıyas bile edilemez. Üstelik Parkın içi daha önce gördüğüm parklardan öylesine güzel, planlı, programlı ve temiz ki tarif edemiyorum. Park içindeki kafelerde de yeme içme sudan ucuz.Envai çeşit bitki ve hayvanı yakinen görmek mümkün. Yani “yapmışlar arkadaş”  denir ya, aynen öyle. Karşıyaka dan kalkan belediye otobüsleri sizi transit denecek hızda parkın tam içine kadar getiriyor ve bu seferler her 15 dakikada bir yapılıyor. Bu arada “belediyenin“ adı ile açılan İstanbul Florya daki akvaryuma giriş kişi başı 30 TL. 5 kişi girmek istedik 150 TL istediler bizden. Belirtmeden geçemeyeceğim.

Eşref Paşa Caddesi kıyısında bulunan tarihi Antik Han Otel de konakladık. Yanlış hatırlamıyorsam Zübeyde Hanımın babasına ait bir binaymış.Limon ağacı gölgesinde yaptığımız leziz kahvaltısı, güler yüzlü-ölçülü personeli, sessiz ve huzurlu atmosferi, temiz ve kullanışlı odaları ile alkollü mekan olma eksiliğini gölgede bıraktı.
Alsancak pek cazibeli gelmedi bana ama yeşil çimlerle kaplı sahili güzeldi. En çok Karşıyaka yı beğendim. Evleri, kafeleri, şehir planı, sahil şeridindeki kaykay pistleri, tenis kortları çok hoştu. Konak’ta gezinen onlarca çingene ilginç göründü gözüme. Güneş tam tepedeyken gezdiğimiz Arkeoloji müzesi de hoşumuza gitti. Birde ilk defa İzmir de yediğim sıcak kumru… Tadı hala damağımda. Martıları cana yakıdı,vapurun arkasından onlara simit atmak çok keyif verdi. Belediye otobüslerinde bizim akbil kartına benzeyen İzmir kart uygulaması var. Ancak kontürünüz kartta yetersiz ise öyle bir bağırarak bunu söylüyor ki cihaz, otobüsteki herkes dönüp size azarlarcasına bakıyor. Kontrünüz bittiği için değil tabi, o ses ile yolcuların huzurunu kaçırmakta mesul olduğunuz için. Gerçekten de felaket bir ses.

Gözlemlerime dair söylemek istediğim çok şey var ama şuan feribottaymış gibi sallanıyorum, zihnimi toparlayamıyorum. Kaç saattir uykusuz olduğumu hesaplamadım. Sadece sabah ezanı ile eve girdiğimi hatırlıyorum. Ve 7 de çalan saatimin zilini…

(Haziran 2011-Not defterimden)

 

 

 

Avrupanın En İyi Kısa Filmi: 10 Minuta – 10 Dakika – 10 Minutes

Ahmet İmamovic, 10 minuta isimli kısa filminde 1993-1994 yıllarında meydana 
gelen Bosna Hersek savaşını ele almış. 

Değindiği konu, yaşadığımız dünyanın en acı gerçeklerinden birisi. 
İtalya'da bir Japon turistin tatilde çektiği fotoğraflarını tab ettirdiği 10 dakika 
içerisinde, farklı bir coğrafyada, Bosna-Hersek'te ,bir hayat mahvoluyor ve çok
büyük bir vahşet yaşanıyor. 

Sadece 10 dakikada...
10 dakika içinde neler olabilir ki... izleyin...

[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=ppAn0LNU_V8]

Açık Deniz

O, hikayeciliğindeki ve yazarlığındaki ritm ve ahengin güzelliği ile okuyucularını her kitabında bahar atmosferi ile sarıyor. Edebiyatçı-Yazar Sadık Yalsızuçanlar her Cumartesi Ülke TV’de izleyenlerle buluşuyor. Ünlü yazar, her hafta Açık Deniz’de şair ve yazarlarla, düşünce adamları ve kanaat önderleriyle kalbin, aklın, benliğin ve ruhun ışıklarını yakacak özel söyleşiler gerçekleştiriyor.

Her Cumartesi 22:15’de Ülke TV’de…

Tarihe Tanıklığım

Aliya İzzetbegoviç faktörü olmadan Bosna’nın bağımsızlık mücadelesi anlaşılamaz.

Aliya’yı herhangi bir özgürlük savaşçısından ayıran özellik liderliğinin çokyönlü yansımalarında aranmalıdır. Bu kitap, onun kendi kaleminden kişiliğinin yansımalarıdır.

Onun hayatı, toplumun değerlirene sahip çıkan, bu değerlerin entelektüel ve siyasi olarak yeniden diriltilmesine adanmış bir ömürden ibarettir.

Bilge kral Aliya İzzetbegoviç’in anılarını okumak, imkansızlıklar içinde büyük umutları besleyen, adaletsizliğe karşı ahlakın zafesine inanan bir ulusun tarihine tanıklık etmektir.

——————————————————————————————

Aliya İzzetbegoviç’in çocukluğundan itibaren mücadelelerle geçen yıllarını anlatır bu kitap.

Katil ile kurban arasında bir seçim yapmamız gerektiğinde, biz kurban olmayı seçeceğiz” diyebilecek bir adamdır Aliya. Onun gibi liderler keşke daha çok olsa aramızda.

Kitaptan birkaç satır :

“Eğer bir kez daha ırmaklarımız üzerinde köprüler inşa edeceksek, köprüleri öncelikle halklarımızın ruhlarına inşa etmemiz gerek.

Ve Yugoslavya’nın dağılmasına yol açan komunizme dair tespiti:

“Bugün topyekün çöküş içinde olan komunist düzeni yeniden gözden geçirerek şu sonuca vardım:
Tanrı ve insan olmaksızın, hatta Tanrı’ya ve insana rağmen yeryüzü cenneti yaratma yönündeki dev girişim; topyekün bir başarısızlıkla son bulmuştur.

“Güçlü rejimler insanları söyledikleri sözler nedeniyle mahkum etmezler; zayıf olanlar korkarlar ve varoluş sürelerini uzatabilme çabası içinde şiddete başvururlar.”

“… Eğer gerçekten suçlu olsaydım adil bir şekilde yargılanacak olduğumu iddia ediyorum. adil yargılanmadım çünkü masumdum.”

Hayranlık duyduğum nadir insanlardandır Bilge Kral.

Köklerimizin aynı topraklara ait olmasından gurur duyuyorum.
Mekanı cennet olsun…